Aziz Gel werd geboren in 1932 in het dorp Deregözü, in de provincie Trabzon. Zijn jeugd bracht hij door in een hechte dorpsgemeenschap waar hij al vroeg meehielp in het huishouden. “Toen ik wat ouder werd, stuurde mijn vader me als leerling naar een wapenwerkplaats. Daar leerde ik machines te gebruiken en werd ik een goede wapenmaker.” Zijn vakmanschap zou later van grote invloed zijn op zijn loopbaan in België.
Van Turkije naar België: Een Onverwachte Wending
In 1963 vertrok Gel naar België als gastarbeider, hoewel zijn oorspronkelijke plan was om naar Duitsland te gaan. “Mijn moeder was ziek, dus bracht ik haar naar Istanbul voor behandeling. Toevallig zag ik bij een ziekenhuis een menigte en vroeg wat ze daar deden. Ze vertelden me dat ze zich aanmeldden om in Europa te werken. Toen besloot ik me ook in te schrijven.” Hoewel hij hoopte op een baan in Duitsland, werd hem later verteld dat hij naar België zou gaan. “Ik vroeg waar België was en ze zeiden: ‘Het ligt aan het einde van Duitsland.’”
Gel vertrok uiteindelijk per vliegtuig vanuit Ankara. De reis was lang en verliep niet zonder problemen. “We vlogen via Belgrado, waar we een technische storing hadden. Na acht uur bereikten we Brussel.” Aangekomen in België werd hij direct geconfronteerd met het strenge klimaat. “Het was erg koud en regenachtig, wat een grote verrassing voor ons was.”
Het Leven als Mijnwerker in België
Samen met een groep andere Turkse arbeiders werd Gel naar de mijnen in Waterschei gebracht en later toegewezen aan de Zolder-mijn. “We dachten eerst dat we in een fabriek zouden werken, maar toen we aankwamen, vertelden ze ons dat we onder de grond zouden werken. We voelden ons misleid, maar we besloten door te zetten. Als anderen het konden, dan konden wij het ook.”
Hoewel het werk zwaar was, wist hij er zijn eigen weg in te vinden. “Toen ik de plaats zag waar steenkool werd gedolven, wist ik meteen dat ik daar niet kon werken. Ze vroegen of er iemand ervaring had met lassen. Ik zei direct: ‘Dat is mijn vak!’” Dankzij zijn vaardigheden kreeg hij een opleiding en werkte hij later samen met Belgische en Turkse vakmensen. “Na zes maanden opleiding werd ik als tweede beste vakman gekozen.”
Integratie en Taalontwikkeling
Gel had een nieuwsgierige en sociale instelling, wat hem hielp bij het leren van de taal. “Ik zocht woorden op in woordenboeken, schreef ze op en begon met de Belgen te praten. Na een tijdje kon ik mezelf goed uitdrukken en zelfs als tolk voor anderen dienen.”
De eerste tijd in België was echter niet gemakkelijk, vooral op het gebied van huisvesting. “We verbleven in een woning van een Griekse arbeider, maar het was niet comfortabel. Uiteindelijk kwamen we in een woning van de mijn in Heusden-Zolder, dicht bij de Selimiye-moskee. Dat was veel beter.”
Een Nieuw Leven in België
Langzaam begon Gel zich een leven op te bouwen in België. “We ontdekten nieuwe dingen en hadden een vast inkomen. We kregen kinderbijslag, wat hielp bij de opvoeding van mijn zes kinderen.” Toch bleef hij altijd verbonden met Turkije. “Met het geld dat ik verdiende, begon ik land en eigendommen in Turkije te kopen. In het begin dacht ik dat ik na mijn pensioen zou terugkeren, maar dat gebeurde niet.”
Gel bleef ook actief in de gemeenschap en speelde een belangrijke rol bij het opzetten van verenigingen. “Ik was betrokken bij de oprichting van de Arbeidersvereniging, de Moskeevereniging en de Schoolfamilieverenigingen. Ik wilde altijd helpen waar ik kon.” Daarnaast hielp hij mee met de bouw van de Selimiye-moskee, een van de eerste moskeeën in België.
Pensioen en Latere Jaren
Na 25 jaar werken in de mijnen ging Gel met pensioen, maar stilzitten deed hij niet. “Mijn voormalige manager vroeg me om hem te helpen bij het installeren van machines in een diamantbewerkingscentrum. Ik werkte daar zes maanden en kreeg een goed salaris.”
Ondanks de vele jaren in België voelde hij zich er altijd welkom. “Ik heb nooit discriminatie of racisme ervaren. De Belgische regering behandelde ons met respect en ik had veel Belgische vrienden.” Toch bleef Turkije zijn ware thuis. “Wanneer ik naar Turkije ga en de Turkse vlag zie, krijg ik emoties. Als ik moest kiezen tussen België en Turkije, zou ik altijd voor Turkije kiezen.”
Een Laatste Wens
Hoewel Gel zijn leven in België heeft opgebouwd, is zijn wens om uiteindelijk in zijn geboorteland begraven te worden. “Ik geloof dat mensen die in hun eigen land zijn geboren, daar begraven moeten worden. Mijn wens is om in Turkije begraven te worden, zodat mijn kinderen daar voor me kunnen bidden.”
Zijn levensverhaal is een voorbeeld van doorzettingsvermogen, integratie en het behouden van culturele identiteit. Aziz Gel kwam naar België voor zes maanden, maar bleef een leven lang.
AZİZ GEL
HEUSDEN-ZOLDER
Ben Trabzon İlinin Vakfıkebir İlçesi Deregözü köyünde 1932 yılında doğmuşum. Nüfus kağıdım ise 3 yaşında iken 1935 yılında çıkarılmış ve kayda öyle geçmiş.
Köyde çocukluğum döneminde evimize katkı sunardık. Biraz büyüyünce babam beni bir silah atölyesine çırak olarak verdi. Orada makinaları kullanmayı öğrendim. Zamanla iyi bir silah ustası oldum. Her türlü silahın tamirlerini bakımlarını yapardım.
1955 yılında askere gittim. Daha sonra 1959 yılında Trabzon Vakfıkebir’de bulunan yerlerimizi satarak Bolu Düzce’ye göç ettik. Düzce’de 4 yılım geçti. Orada da yine aynı mesleği devam ettirdim.1963 yılında işçi olarak Belçika’ya geldim.
İşçi Bulma Kurumuna İstanbul’da Yazıldım.
Benim annem hastalanmıştı. Onu tedavi için İstanbul’a getirmiştim. Orada birkaç farklı hastanede 15 gün annemin tedavisi için koşuşturmuştum. Son gittiğim doktorun yazıhanesinin karşısında bir kalabalık dikkatimi çekmişti. Millet sıraya gitmiş bekliyorlardı. Niçin beklediklerini merak etmiştim. Sonra bir ara gidip niçin beklediklerini sordum. Bana biz Avrupa’ya çalışmak üzere gitmek için burada müracaat etmeye geldik. Onun için bekliyoruz dediler.
Bu sefer bende yazılmaya karar verdim. Ertesi günü sabah erkenden gelip sıraya girdim. Birinci sıra benimdi. Müracaat için iş başlayınca bana orada görevli olan kişi ne mesleğim olduğunu ve Avrupa’da nereye gitmek istediğimi sordu. Ben de ‘’silah ustasıyım, Almanya’ya gitmek istiyorum’’ dedim.
Kayıt yaptırdıktan 6 ay sonra bana bir cevap geldi. Benden dosya için bir vesikalık fotoğraf, sabıkamın olmadığına dair bir belge istiyorlardı. İsteklerini hazırlayıp İstanbul’a gittim. Bana 3 ay sonra bir davet geleceğini söylediler. Dedikleri gibi birkaç ay sonra bana bir mektup geldi. Tekrar İstanbul’a gittim ve bana orada ‘’Beyefendi seni Almanya değil, Belçika’ya gönderiyoruz’’ dediler. Belçika’nın nerede olduğunu sordum, bana; ‘’Belçika Almanya’nın sonunda olan bir ülke’’ dediler.
Annem, Babamdan 6 Ay İçin İzin Aldım.
Ben babamın tek oğlu durumundaydım. Kıymetli bir evlattım. Onlar benim yurtdışına çalışmaya gitmemi istemiyorlardı. Normalde Düzce’de bir işim ve gelirim vardı. Ben onlardan yalvara yakara 6 ay için izin alabildim.
Belçika’ya geldiğimde hem bu ülkeleri görmüş olur hem de birkaç ay çalışır ve biriktirdiğim paralarla geri dönerim diye düşünüyordum. Yaptığım işler için modern bir torna tesviye makinasına ihtiyacım vardı. Bu parayı kazandığım anda geri dönebilirdim.
Ankara’dan Uçakla Belçika’ya Geldik.
İstanbul’da dosyalarım tamamlandıktan sonra bizi Ankara’ya gönderdiler. Bazı işçilerin Almanya’ya trenle gittiklerini duymuştum. Bizde öyle gideriz diye düşünüyordum. Belçika’ya giden uçak Ankara’dan hareket edecekmiş. Oraya gittik. Bize bir otel ve bir restoran gösterdiler, orada 10 gün sıramızı bekledik. Bizim tüm masraflarımızı meğerse Belçika konsolosluğu ödüyormuş. Her gün uçaklar dolusu maden işçisini Türkiye’den Belçika’ya taşıyorlarmış.
45 kişilik bir pır pır uçağı ile bizi Belçika’ya gönderdiler. Eski Yugoslavya’nın Başkenti Belgrad’a kadar geldik. Orada uçağın bozuk olduğu söylendi. Uçak tamir edildi, ikmal yapıldı ve tekrar havalandı. 8 saat süren bir yolculuktan sonra Brüksel’e geldik.
Belçika’nın Havası Bizi Çarptı.
Belçika’ya geldiğimizde hava çok soğuk ve yağmurluydu. Biz böyle bir iklime alışık değildik. Oradan otobüs ile bizi önce Waterschei maden ocağının bulunduğu yere getirdiler. Birlikte geldiğimiz 45 kişiyi bu bölgede bulunan maden ocakların bir şekilde taksim ettiler. Biz 6 kişi Zolder Maden Ocağına gönderildik. Heusden’de bir İtalyan kantinine bizi getirip teslim ettiler. Öyle yorulmuştuk ki, iki gün yataktan kalkamadık.
Siz Madende Çalışacaksınız Dediler, Şaşırmıştık.
Bizi sonra 2 maden memuru gelip aldı ve maden ocağına götürdü. Burada ne yapacağız diye sorunca; ‘’siz maden ocağında yer altında çalışacaksınız’’ dediler. Halbuki biz bir fabrika da çalışacağız zannediyorduk. Biz bir şekilde kandırılmıştık. Mecburen itiraz edemedik. Belçika’ya çalışmak üzere gelmiştik.
Zolder Maden Ocağında o zamanlar 6 bin kişi çalışıyordu. ‘’Madem bunca insan burada çalışabiliyor, biz de çalışırız, eğer olmazsa bırakıp gideriz’’ dedik. Bize burada 10 gün eğitim verdiler. Asansörleri, çevreyi, işyerinde kullanacağımız malzemeleri, duş alacağımız yerleri, elbiselerimizi koyacağımız dolapları gösterdiler.
Sonra yer altına inme zamanı geldi. Asansör ile yer altına inişimiz, yer altında ışıklı yollar beni çok şaşırtmıştı. Bir gün iki gün, bir ay iki ay derken alıştık ve bu işi yapabileceğimizi gördük.
Yavaş Yavaş Çevreyi Öğrenmeye Başladık.
Bize çevreyi öğrenmemiz için indirimli yolculuk yapalım diye özel otobüs bonları verdiler. İlk gittiğimiz yer Hasselt şehri oldu. Gide gele çevredeki kasabaları, köyleri öğrenmiş olduk.
Yer Altında Teknik İşler Yaptım.
Ben ilk yeraltına indiğimde kömürün nasıl çıkarıldığını merak ediyordum. Kömürün çıkarıldığı yeri görünce ben burada çalışamam dedim. Orada bize aranızda demir kaynak işlerinden anlayan biri var mı diye sordular. Ben de hemen atıldım, ‘’Benim işim zaten budur’’ dedim. Beni hemen diğerlerinin arasından alıp teknik işle kursuna gönderdiler. Böylece beni 6 ay yerüstünde bir özel eğitime tabi tuttular.
İlk etapta eğitimimiz tercüman vasıtası ile oluyordu. Sonra bize Flamanca öğrenme zorunluluğu getirdiler ve dil okuluna gönderdiler. Tüm malzemelerin isimlerini öğrenmem, onları söküp takmam gerekiyordu. Biz o zaman 18 Belçikalı ve 2 Türk kökenli işçi ile teknik eğitim aldık. 6 ay sonra bizi bir imtihana soktular ve ben 22 kişi arasında ikinci en iyi usta olarak seçildim. Bu işte tam 25 sene çalışarak emekli oldum.
Flamanca’yı Daha Çok Kendi Çabamla Öğrendim.
Ben yapı olarak çok sosyal ve meraklı biriyim. Flamanca’yı daha çok kendi çabamla öğrendim. Türk merak ettiğim kelimeleri sözlükten bakar bir kenara ne anlama geldiklerini yazardım. Kullandığım tüm malzemelerin isimlerini öğrenirdim. Sonra çat pat Belçikalılarla konuşmaya başladım. Dili daha çok onlarla konuşarak ilerlettim. Belli bir süre sonra kendimi ifade edecek seviyede dil öğrenmiş oldum. Artık ben başkalarına tercümanlık yapacak duruma gelmiştim.
Burada En Çok Lojman Konusunda Sıkıntı Yaşadık.
Burada ilk yıllarda bir Yunan’a ait işçi lojmanında kalmıştım. Orada pek rahat değildik. Birkaç tane lojman değiştirdik. Nihayetinde şu anda Selimiye Camii’nin olduğu yerde Maden Ocağına ait bir lojman vardı, oraya taşındık. Orası çok rahattı, kalorifer vardı, temizlikçisi var, banyosu var, her ihtiyacı karşılayacak düzeni vardı.
100 Frank Verdim Ağır Vasıta Ehliyeti Aldım.
Benim kaldığım lojmanda yaşlı bir Flaman vardı. Beni çok severdi. Bir bana ‘’Aziz senin ehliyetin var mı’’ diye sordu. Ben de araba kullanmasını bilmediğimi söyledim. Bana o sorun değil, şimdi ehliyet dağıtıyorlar, sonra ehliyet alma işi zorlaşacak git şimdi al dedi. Ben de ertesi gün belediye polisine giderek 50 frank verip bir ehliyet aldım. Flaman arkadaşıma gelip ehliyeti gösterince bana kızdı. Bununla ancak taksi sürersin git bunu değiştir, büyük araba kullanacağını söyle deyince ertesi gün gidip polise kamyon kullanacağımı söyledim. O zaman 100 frank ödeyeceksin dedi bende hemen 100 frankı verip ağır vasıta ehliyetini aldım.
1969 yılında bir volkswagen araba aldım, ağır vasıta ehliyet var ama araba sürmesini bilmiyordum. Lojmanda araba sürmesini bilenlerden yavaş yavaş araba sürmesini öğrendim.
1971 Yılında İlk Defa Arabayla İzine Gittim.
Ehliyeti aldıktan epey sonra araba sürmesini öğrendim. Epey acemilik çekmiştim. 1971 yılında araba ile Türkiye’ye gitmeye karar vermiştim. Arkadaşlarım beni sen çok acemisin, tam olarak araba sürmesini öğrenmiş değilsin, öyle tek başına yola çıkma diye uyardılar.
Ben yanıma yol iz bilen iki kişi alarak yola çıktım. Tek tek ülkeleri geçerek Türkiye’ye vardım. Hiçbir kaza yapmadan zorluk yaşamadan 4 günde Türkiye’ye vardım. Ancak o yollarda çok ceza ödedim.
Buraya Gelince Başka Bir Dünya Gördük.
Belçika’ya gelip çalışmaya para kazanmaya başlayınca hem buraya alıştık, hem de başka başka düşünceler aklımıza gelmeye başladı. Düzenli bir işimiz vardı, maaşımız düzenli ödeniyordu. Yeni yeni şeyler tanıyor, öğreniyorduk.
Belçika’da çocuk parası denen bir uygulama olduğunu öğrendik. Benim o zamanlar 6 tane çocuğum vardı. Burada giden çocuk parası onların maddi ihtiyaçlarını karşılıyordu.
Burada kazanıp biriktirdiğim paralarla Türkiye’de araziler almaya, yatırımlar yapmaya başladım. Bu arada çocuklarım büyüdü ve bir kısmını buraya getirdim.
Önceleri emekli olunca hemen Türkiye’ye geri dönerim diye düşünüyordum. Emekli olduk ancak araya başka şeyler girdi. Bir türlü geri dönüş şartları oluşmadı. Sonra da temelli Türkiye’ye gitme düşüncesi yavaş yavaş ortadan kalkmış oldu.
Belçika’da Lojman İşlettim, Dernek Kuruculuğu Yaptım.
Ben bir zamanlar lojman işlettim. Çok girişimci bir insandım. Burada İşçi Yardımlaşma Derneği, Cami Derneği, Okul Aile Dernekleri kurduk. Bu derneklerin başkanlarını biz belirliyorduk. Çoğu derneklerin üyelerini ben belirlerdim. Beni destekleyenler de çok oluyordu. Benim diğer dernek işleri ile uğraşanlardan bir farkım vardı. Ben hiçbir zaman bir parti taraftarı olmadım. Particilik insanları bölüyordu. Ben hep ihtiyaçlara ve hizmete odaklanıyordum. Çünkü dernek kumanın amacı sorunları çözmek ve ihtiyaçları karşılamaktır.
Belçika’da ilk defa bir yerde kütüphaneyi ben düzenledim. İnsanlara kitap okuma sevgisini kazandırmaya çalıştım. Belçika’ya gelen kültür öğretmenlerini din görelilerini ben misafir ederdim.
Heusden-Zolder Selimiye Camii’nin Kuruluşunda Emeğim Var.
Selimiye Camii Belçika’da ilk kurulan camilerin başında gelir. Hem belediyeye hem de maden yönetimine bize bir cami yapılması için yardımcı olmalarını talep etmiştik. Bir gün maden ocağına ait kamyonlar bize bir sürü malzeme getirdiler. Celal hoca ile birlikte caminin temelinden üstünün örtülmesine kadar beraber çalıştık.
Emekli Olduktan Sonra Sadece Bir Yerde Çalıştım.
Emekli olduktan sonra beni daha önce madende çalışırken sorumlu olduğum mühendisim Godfriend aradı. Kendisi ile görüştüm. Bir yatırım yapmış ve orada teknik kapasitesi yüksek montaj işinden iyi anlayan birisini arıyormuş. Ben aklına gelmişim ve beni arayarak buldu. Bana işi anlattı. Ben ise yaparım sorun değil dedim. Bir elmas işleme merkezinde yeni makinaların montajını yapacaktık. Hem montaj işini yaptık ve hem de ben özel olarak fabrikanın ana kapısının montajını yapmıştım. Orada yaptığım işle çok takdir gördüm. Orada 6 ay çalıştım ve bana oldukça yüksek bir maaş ödediler.
Ben Belçika’da Ayrımcılık Görmedim.
Ben Belçika’da bir ayrımcılık, ırkçılık, dışlama gibi bir şey yaşamadım. İş yerine gidip geldik çalıştık karşılığını aldık. Bu ülkenin oturmuş bir düzeni var.
Bu ülkede 8 yıl sendika delegesi olarak görev yaptım. Birçok greve katıldık hak mücadelesi verdik. Belçika hükümeti her şeyi hoşgörü ile karşıladı.
Benim çok Belçikalı arkadaşım oldu. İş yerinde şeflerimiz vardı. Beni kendi çocukları gibi severlerdi. Kendileri zaman zaman beni evlerine davet ederlerdi.
Türk Bayrağına Kurban Olurum.
Ben Türkiye’ye gittiğimde o gümrüğe gelip Türk Bayrağını görünce gözümden yaşlar akıyor. Her gidişimde farklı duygulara kapılıyorum için kan ağlıyor. Kendime ‘2Ben burayı nasıl bırakıp da gittim’’ diyorum. İzin bitip geri dönüş başladığında öyle bir hüzün kaplıyor ki içimi anlatamam. Belçika ve Türkiye’yi yan yana koysam ve bir tercih yapmam gerekse ben bin defa Türkiye’yi seçerim.
Belçika Bizim İkinci Vatanımızdır.
Belçika devleti de bizim ikinci vatanımız durumundadır. Allah Belçika’ya iman nasip etsin. Öyle ya da böyle Allah ekmeğimizi rızkımızı burada nasip etti. Buna da ayrıca şükretmek lazım.
Beni Vatanıma Gömsünler.
Ben prensip olarak buraya gömülmeyi doğru bulmuyorum. Türkiye’de doğup büyüyen bir kişinin normalde yine doğduğu topraklarda gömülmesi hakkıdır. Bazen ben de ölenlerin burada toprağa verildiğini duyuyorum. Bu beni üzüyor. Bu ülkede gelecekte başımıza neler gelecek bilmiyoruz. Bizim bir anavatanımız var ve o bir İslam devletidir. Minarelerinde 5 vakit ezanlar okunuyor.
Elbette toprak Allah’ın toprağıdır. Ama bizim bir vatanımız var. Ben kendim için kendi vatanımda toprakla buluşmak isterim. Gün gelir bir Müslüman benim içinde bir Fatiha okur. Benim çocuklarıma vasiyetim böyledir.