Het leven van Hüseyin Ede is een verhaal van doorzettingsvermogen, aanpassing en de zoektocht naar een beter bestaan. Geboren in 1945 in het dorp Suvermez, Emirdağ, groeide hij op in een omgeving waar hard werken de norm was. Zijn vak als kleermaker bood hem een stabiel bestaan, maar het vooruitzicht van een beter leven in het buitenland lonkte.
Zijn reis naar Europa begon met een bijzondere ontmoeting. Een oude vriend, ook genaamd Hüseyin, kwam op nieuwjaarsdag met Duitse vrienden naar Eskişehir. Toen hij hem vroeg een jurk te maken, stelde Hüseyin direct een tegenvraag: "Neem me mee naar Duitsland." Zijn vriend twijfelde, maar uiteindelijk stemde hij toe. Binnen 24 uur had Hüseyin zijn paspoort en documenten geregeld, en op 1 januari 1971 begon zijn avontuur.
De reis naar Duitsland was allesbehalve eenvoudig. Bij de douane werd een list verzonnen: Hüseyin zat op de schoot van de tweede vrouw van zijn vriend, zodat ze als geliefden werden herkend. De truc werkte en zonder problemen arriveerden ze in Duitsland.
Duitsland voelde als een andere wereld. "Een andere cultuur. Ik sprak de taal niet, en dat was heel lastig," herinnert Hüseyin zich. Hij leerde de basiswoorden in de supermarkt om zichzelf te kunnen redden. Zijn eerste baan was als schoonmaker, een zwaar beroep voor iemand die nooit eerder fysiek werk had verricht. "Drie uur is niet genoeg voor mij, ik heb schulden in Turkije," zei hij tegen zijn vrienden. Binnen korte tijd had hij meerdere banen en werkte hij fulltime. Dankzij zijn harde werk loste hij zijn schulden af en kon hij een nieuw bestaan opbouwen.
Het leven als migrant had zijn risico’s. Samen met acht andere mannen woonde hij in een gehuurd huis. Acht maanden later vielen de autoriteiten binnen. Hüseyin, die illegaal verbleef, verborg zich op zolder tot de politie vertrok. Maar hij wist: "Ze gaan me hier oppakken, stuur me naar Frankrijk." Zo begon een nieuw hoofdstuk in zijn reis.
In Frankrijk kwam hij terecht in Saint-Étienne, waar hij bij familie verbleef. Hij werkte in een fietsenfabriek, maar voelde zich niet op zijn plek. "Ik kan hier niet blijven, ik ga terug." In 1974 hoorde hij over een amnestie voor illegale verblijvers in België en vertrok per trein naar Brussel, waar zijn neef woonde. Dankzij de regeling kon hij zijn papieren in orde maken en kreeg hij werk in een zakkenfabriek. Twee maanden later arriveerde zijn vrouw met hun kinderen. "Mijn vrouw is hier, ik heb een tweepersoonsbed nodig," vertelde hij zijn Belgische baas. De Belgen bleken behulpzaam en binnen korte tijd hadden ze een echt thuis.
Hoewel de droom altijd was om terug te keren naar Turkije, maakte die gedachte plaats voor realiteit. "Ik gaf mijn kinderen geen onderwijs, omdat ik dacht dat we terug zouden gaan." Het bleek een vergissing. Zijn oudste zoon kon de overstap tussen beide onderwijssystemen niet maken, en zijn jongste zoon kreeg pas later scholing. "Dat was mijn fout," erkent Hüseyin. Zijn dochter werd verpleegster, zijn zoons vonden werk, maar de spijt bleef.
Na 34 jaar werken ging Hüseyin met pensioen. Zijn gezondheid liet hem in de steek en hij onderging meerdere operaties. Toch kijkt hij met tevredenheid terug. "Ik ben blij dat we naar België zijn gekomen. De voorzieningen en mogelijkheden zijn veel beter in Europa."
Aan de jongeren heeft hij een duidelijke boodschap: "Studeren is belangrijk, studeer! Een ongeleerde persoon zal altijd verliezen. Studeren, studeren, studeren!" Met die woorden sluit hij zijn verhaal af, in de hoop dat de volgende generaties zullen leren van zijn reis.
Ben Hüseyin Ede, bana Mazakoğlu Hüseyin derler. 1945 doğumlu 79 yaşındayım. Emirdağ Suvermez köyü'lüyüm. Mesleğim terzi. Bir arkadaşım vardı onunda adı Hüseyin'di. Almanya'da çalışıyordu. Yılbaşı günü yanında 8-10 bayan Alman arkadaşıyla Eskişehir'e gelmişler. Benim yanıma uğradı. "Bana bir elbise dikermisin" dedi. Ben "benim çağırdığımda hep gelirsen 3 günde yaparım" dedim. Elbise yaparken "yanında Almanya'ya beni de götür" dedim.
O da bana "Sen ne yapacaksın burada mesleğin var"dedi. Ama gideceğimi söyledim tamam dedi yedek şöför olarak beni götür meye söz verdi. 24 saatte pasa port ve gerekli belgeleri çıkardım. Yola koyulduk...
1971 yılı Ocak ayının 1'inde Almanya'ya yola çıktık. Gencim 26 yaşındayım ve evliyim. Bir oğlum var. Ama arkadaşım bir kurgu yaptı. Gümrüklerde beni 2'inci eşinin kucağına yatırdı ve gümrükte hep bizi sevgili diye tanıyordu ve bu şekilde sorunsuz geçtik. Almanya'ya kadar gümrük lerden sorunsuz geldik. Önce arkadaşımın evinde 3 gün kaldım sonra bacanaklarımın şehri Frankfurt'a geçtim. Bana 15 günde bir iş buldular. Zaten ne iş olsa yapacağım.
Almanya'ya gelince dışarda baktım Türkiye'den çok farklı. Değişik bir kültür. Dil bilmiyorum, bilmemek çok kötü, bir bakkal öğrendim ihtiyacım olanları alıp gelebiliyordum.
Arkadaşlar bana temizlik işi buldular. İlk işe başladım, sabah 05.00'te gidiyoruz 08.00'de iş bitiyor. Bana zor geldi. Böyle bir işte çalışmamıştım ve bilmiyordum. Arkadaşlara dedim "bu 3 saat bana yetmiyor Türkiye'de de borçluyum bana başka bir işte bulabilirmisiniz"dedim. Bir başka yerde 3 saat daha temizlik işi buldular ona da başladım. İşimiz yaver gitti ve birde akşam işi istedim. 6 saatte akşam işi verdiler. Böylece full time çalışmaya başladım.
Allaha şükür Türkiye'deki borcumu ve sıkıntılarımın hepsini ödedim ve düzlüğe çıktım. 8 kişi bekar evinde kalıyoruz. 8 aydır çalışırken polis evimizi bastı. 5 katlı apartmanın 4'üncü katında kalıyoruz. Ben turistim kağıdım yok ve kaçağım. Mutfağın içinde tavanda çatıya çıkan kapağı açtım, oradan çatının içindeki çatı kapağını da açtım çatıya kiremitlerin omurgasına oturdum. Polisin gitmesini bekliyorum.
Polis gitti bu kez kendi kendime "Ben buraya nasıl çıktım? Şimdi nasıl ineceğim" diye söylenmeye başladım. Zar zor, korka korka aşağıya indim.
Kayınıma dedim "Ya burada beni yakalayacaklar Türkiye'ye atacaklar beni bir Fransa'ya götür" dedim. Duyumuma göre 1 yıl Fransa'da çalışanlar sonra Alman ya'ya vasıflı olarak dönebiliniyormuş diye duydum.
Fransa'ya gittik... Kayınım, eşi, çocukları ve ben arabayla yola çıktık. Bir yere geldik 2 polis var. "Nereye gidiyorsunuz?" diye sordular. Kayınım konuştu. Sınırı geçtik ve tren istasyonuna gittik. Kayınım bana Sait-Etienne'ye bilet aldı ve onlar Almanya'ya geri döndüler. Tren geldi bindim, yolculuk esnasında içerde bir Türkle tanıştım. Yozgatlı o işçiymiş benimle ilgilendi ve bir aktarma yapacağımız yerde indik beni diğer trene bindirdi.
Amca oğlumun kaldığı Sait-Etienne'de evine taksiyle gittim. Benimle 6 kişi kalıyor bir odada. Baktım durum Fransa' da kötü. Bisiklet fabrikasında çalışıyorum. Ama hoşuma gitmedi, amca oğluna ben burada yapamayacağım döne ceğim dedim. Türkiye'ye tatile gittim. O arada 1974'te Belçika' da af çıktığını duydum. Fran sa'dan trenle Belçika'ya gitme ye karar verdim...
Brüksel'de birader, amca oğlunun kaldığı eve geldim. Anvers belediyesi aflar nedeniyle elimdeki pasaportu yeniledi. Geçici işçi kağıdı verdiler. Ecevit yaptığı anlaşma ile Belçika'ya yerleştim. Çuval fabrikasında işçi oldum çalışmaya başladım. Eşim 1-2 ay sonra işçi eşi olarak çocuklarımla Belçika'ya geldiler.
Belçikalı şefime "eşim geldi bana bir çift kişilik yatak lazım" dedim oda "tamam dur ben sana yardım edeyim" dedi. Belçikalılar sağolsunlar yardımseverdi. Belçikalı şef arabasına romörk takmış bir çift kişilik karyolayı bize getirdi.
Vallahi ot'tu içi ama olsun ne yatağımız nede yastığımız vardı. Böylelikle ev olduk...
O yıllarda geri döneceğiz diye büyük oğlumu Eskişehir'e götürdüm, ilkokulu orada okusun dönünce orada devam eder diye. Küçük oğlumu da okula vermedim, döneceğiz orada okur diye. Polis devamlı geliyor. 3-4 yıl okula vermedim. Sonra Türkiye'den büyük oğlumu getirdim ama çocuk 2 eğitim arasında okuyamadı. Benim hatam oldu. 2 Çocuğum da okuyamadılar. Kızım hemşire çıktı. 2 oğlumda çalışıyorlar... 34 yıl çalıştım. Emekli oldum. 2 defa ameliyat oldum. Bayağı sağlık problemleriyle uğraştım. Ama iyi ki Belçika'ya gelmişiz. İmkanlar herşey avrupada daha iyi. Tekrar söyleyim Avrupaya iyi ki gelmişim...
Şimdiki gençler herşeyi hazır buldular ve herşeyleri var. Baba ve annelerinin yaşadığı zorlukları yaşamadılar. Bütün gençlerimiz okusun, okumalı. Okumayan insan her zaman yenilgiye muhtaçtır. İşçilikte sana ne kalır bir kazma, bir bel, bir kürek kalır, kablo sana ne verir. Okuyun Okuyun Okuyun...