YAŞAR ULUPINAR - HOUTHALEN
Van een boerenkind in Turkije naar een tweede thuis in België
Yaşar Ulupınar werd op 1 april 1950 geboren in het dorp Karakoçlu, in het district Devrek, provincie Zonguldak, Turkije. Zijn jeugd bracht hij door als boerenzoon, waar hij vanaf jonge leeftijd bijdroeg aan het gezinsleven. "Mijn vader stierf toen ik 9 jaar oud was. Ik moest vanaf dat moment verplicht bijdragen aan het gezin," herinnert Yaşar zich. Zijn eerste werkervaringen waren in de steengroeven en de bouw.
Op 20-jarige leeftijd, in 1970, begon Yaşar aan zijn militaire dienst in Isparta, maar een onverwachte gebeurtenis leidde tot een verandering van locatie. "In mijn eenheid werd de militaire vlag gestolen, en een groep van ons werd uit Isparta naar Gaziantep verbannen. Mijn militaire dienst heb ik in Gaziantep als balling beëindigd," vertelt hij met een glimlach, ondanks de zware omstandigheden.
In 1973 verhuisde Yaşar naar België. Hij werd vergezeld door zijn oom, die hem de weg wees naar een nieuw leven in het buitenland. "Mijn oom bracht me naar België. Later, met de amnestieregeling voor illegale toeristen die in 1974 door Ecevit werd geïntroduceerd, kreeg ik een officieel verblijfs- en werkvergunning," zegt Yaşar. Hoewel hij eerst in Frankrijk werkte, keerde hij al snel terug naar België en vond hij zijn weg naar de Zolder steenkoolmijn. "Het was mijn lot, en ik werkte daar 20 jaar tot mijn pensioen," vertelt hij.
Een van de grootste uitdagingen die Yaşar in België tegenkwam, was de taal. "In Charleroi had ik een beetje Frans geleerd, maar hier kon ik me niet aanpassen aan het Vlaams. We ontwikkelden onze eigen gemeenschappelijke taal, omdat iedereen buitenlander was," legt hij uit. Ondanks de taalbarrière voelde hij zich nooit echt ongelukkig. "Ik had geen moeite in België. Ik was al van jongs af aan gewend om voor mezelf te zorgen en mijn brood te verdienen," zegt Yaşar.
Na het werken in de mijn, is Yaşar nooit teruggekeerd naar Turkije, ondanks zijn diepe band met zijn geboorteland. "Ik heb nooit serieus gedacht aan een terugkeer naar Turkije. De mensen daar maken je erg ongemakkelijk. Er is niemand die je als een mens benadert," legt hij uit. In België heeft hij echter een leven opgebouwd, en het systeem werkte naar zijn zin. "Dit land is voor ons thuis geworden. Het rechtssysteem werkt hier, en de overheid steelt je niet. Ze betalen je salaris op tijd," zegt Yaşar tevreden.
Hoewel Yaşar zich een goed leven in België heeft weten op te bouwen, heeft hij ook veel voor zijn familie gedaan. "Alhamdullilah, we hebben alles. Ik heb veel geholpen in mijn familie. Ik heb een groot gezin met 6 dochters en 1 zoon," zegt hij trots. Hij is altijd bereid geweest om anderen te helpen, zowel financieel als emotioneel. "Ik heb veel mensen geholpen om naar België te komen," zegt Yaşar met een glimlach.
Zijn kinderen, die in België zijn opgegroeid, hebben allemaal een goede opleiding en werk gevonden. "Tijdens hun opgroeien heb ik hen altijd aangemoedigd om te studeren. Ze kregen een bepaalde beroepsopleiding. Nu hebben ze allemaal werk en een eigen leven," vertelt Yaşar. Hij heeft ongeveer 20 kleinkinderen, en hoewel hij niet altijd op de hoogte is van alles wat hen bezighoudt, heeft hij maar één advies voor hen: "Wees goede en ethische mensen. Dat is alles wat je nodig hebt."
Ondanks alles wat hij in België heeft opgebouwd, denkt Yaşar nog steeds aan zijn geboorteland. "Hoe goed we ook in dit land een leven hebben opgebouwd, we zijn geboren in Turkije. Als we sterven, is het ons recht om daar begraven te worden," zegt hij met overtuiging.
Yaşar Ulupınar is het levende bewijs dat hard werken, vastberadenheid en een beetje geluk een groot verschil kunnen maken in iemands leven. Hij heeft zijn lot in eigen handen genomen, heeft zichzelf en zijn familie een beter leven gegeven, en voelt zich nu thuis in België. Toch blijft hij trouw aan zijn wortels en het land waar hij vandaan komt.
YAŞAR ULUPINAR
HOUTHALEN
Ben 1 Nisan 1950 yılında Zonguldak İlinin Devrek İlçesi Karakoçlu köyünde dünyaya geldim.
Ben bir köylü çocuğuydum. Köyümde çocukluğum önce ailemin yanında geçti. İlk okulu bitirdikten sonra yavaş yavaş dışarılarda çalışmaya başladım.
Babam Vefat Ettiğinde Ben 9 Yaşındaydım.
Babamı 9 yaşında kaybettim. Mecburen aileye katkı yapmak zorundaydım. Önce mütahit ocaklarında çalıştım. İnşaatlarda çalıştım. Bolu Bilgehan’da çalışmaya gittim.
Askerde İsparta’dan Antep’e Sürgüne Gönderildik.
1970’te askere gittim. Acemi eğitimini İsparta’da yaptım. Benim bölükte Askeri Sancağı çaldırmışlar ve biz bir gurup İsparta’dan Gazi Antep’e sürgüne gönderildik. Askerliğimi Antep’te sürgünde bitirdim.
Ben Belçika’ya 1973 Ağustos Ayında Geldim.
Beni amcam Belçika’ya götürdü. Sonra Ecevit’in girişimi ile 1974 yılında çıkan kaçak turist affından yararlanarak burada resmi oturum ve çalışma izni aldım.
Aslında Zonguldak’ta maden ocakları olan bir yer. Ben orada askerlik öncesi bir arkadaşım ile birkaç ay madende çalışmıştım. Ben maden işçiliğini beğenmemiştim. Türkiye maden ocaklarında çalışmak çok zordu.
Önce Fransa ve Charleroi’da Çalıştım.
Sonra bir izin döneminde amcam gelmişti ona beni de Belçika’ya götür dedim. Amcamı ikna ettim ve peşine takılarak Belçika’ya geldim. İlk etapta Belçika’nın Charleroi şehrine geldim. Önce Charleroi’dan Fransa’ya geçerek çalıştım. Sonra Charleroi Demir Çelik Fabrikasına girerek orada çalıştım. Demir Çelik Fabrikasında bana verilen işi yapamadım, uyum sağlayamadım.
20 Yıl Zolder Maden Ocağında Çalıştım.
Sonra Limburg Bölgesine gelerek Ford Araba Fabrikasında işe girdim. Fabrika işi çok seri bir iş, bana göre değildi. Orada 5 ay çalışabildim. Burada tanıdığım Abdurrahman isimli bir ağabeyimiz vardı. O bana burada en iyi iş maden işçiliği dedi. Onun aracılığı ile 1 Nisan 1974 yılında Zolder Maden Ocağında işbaşı yaptım. Maden Ocağında çalışmaya çok korkuyordum. Orada yer altında göçüklerde ölen işçilerin olduğunu biliyordum ve bende hep bir korku vardı. Kader bizi bir şekilde maden ocağında çalışmaya mahkûm etti ve ben 20 yıl boyunca emekli olana kadar Zolder maden Ocağında çalıştım.
Burada Kendimiz Bir Dil Uydurduk.
Ben Charleroi’da çatpat Fransızca öğrenmiştim. Ama burada Flamanca’ya alışamadım. Halen pek fazla Flamanca bilmem. Bir şeyi ifade etmem gerektiğinde Türkçe, Fransızca, İtalyanca aklıma ne gelirse kaptırıyordum. O zamanlar adam gibi adamlar vardı. Siz pek iyi dil bilmeseniz bile sizi anlamaya çalışırlardı. Maden Ocağında zaten çalışanların çoğu yabancı kökenliydi. Orada kendimiz adeta ortak bir dil oluşmuştuk. Herkes benim gibi yabancıydı.
Belçika’da Hiçbir Zorluk Çekmedim.
Küçük yaştan itibaren ayakta durmaya alışmış, ekmeğini taştan çıkaran bir kişi olmuştum. Bu nedenle Belçika’da zorluk çekmedim. Limburg bölgesine geldim bir kahvehanenin bir köşesinde odası vardı. Orada kalıyordum. Mekân sahibi Nihat abi anahtarı bana vermişti. Burada istediğin gibi davran, bu mekân senindir demişti. Orada 2 buçuk sene kaldım. Orada bir tabağım bile yoktu. Her şey mekân sahibinindi. Orada yer içer işe giderdim. Maden ocağına bir şekilde adapte olmuştum. Hiç işi bırakmadan 20 yıl çalıştım.
Zolguldak’ta Maden Kazasında Yanımda Arkadaşım Ölmüştü.
Ben Zonguldak’ta maden çalıştığım zaman çok kötü bir iş kazası geçirmiştim. Kendim yaralandım, arkadaşım ise yanımda ölmüştü. Bundan dolayı maden işçiliğini bırakmıştım. Zolder Maden Ocağında çalıştığım yıllarda ufak tefek iş kazaları oldu ancak bir maden işçisi için bu tür kazalar normaldir.
Belçika’ya geldiğim zaman evliydim ancak resmi muamele yapmamıştım. Buraya gelirken 1 çocuğum vardı. Burada 2 yıl kaldıktan sonra Türkiye’ye izine gittim. Eşimi kızımı yanıma aldım Belçika’ya getirdim.
Türkiye’ye 2 Defa Kendim Arabayla Gittim.
Kendim 2 defa arabayla gittim ve sonunda bir daha gitmemeye tövbe ettim. Bir daha arabayla gitmek istemedim. Sadece oğlum yetiştikten sonra onunla gittiğim yıllar oldu.
Ben kendi başıma gittiği son yolculukta başıma gelmeyen kalmadı. Bir defasında arabayla geri gelirken ünlü Ünal hocamız vardı, Edirne’de ona rastladım. Orada yol arkadaşı olduk. Birbirimizi takip ederek yola çıktık. Yugoslavya’da beni takip ederken bana arkadan çarptı. O çok üzülmüştü, onu sakinleştirdim. Benim arabam yeniydi. Ona arabam tamamen yansa bile ben sana bir şey demem, biz yol arkadaşıyız, yolda insanın başına her şey gelir, arabamız çalışıyor ve yola devam edebilirdik. Öylece yavaş yavaş Belçika’ya beraberce geldik.
Belçika’ya Para Kazanmak İçin Geldim
Belçika’ya gelirken herkes gibi benim de kafamda bazı düşüncelerim vardı. Çoluk çocuğuma rahat bir düzen nasıl kurabilirim diye hayaller kuruyordum. Türkiye’de çok fakirdik. Çalışmak para kazanmak zorundaydım. Türkiye’de çok çabaladım. Ancak Belçika’ya gelip çalışanları görünce baktım onlar iyi para kazanıp yatırım yapıyorlar, bende aynı yoldan gitmek istedim. Çok şükürler olsun bugün her şeyimiz var.
İyilik Yaptım, Kötülük Gördüm
Bir de söylemek istediğim bir nokta var. Kazancımızın çoğunu yakınlarımız yedi. Ben artık çevreme, akrabalarıma, kardeşlerime dahi para vermemesiye yeminliyim. Ne kadar kötülük gördüysem iyilikten gördüm. Bugüne kadar çevremde onlarca insan iyilik yaptım, maddi, manevi destekte bulundum, verdiğim paraları geri istemedim. Ama hepsinden kötülük gördüm. Önce kedi insana yaklaşıyorlar, seni bir çarptı mı onu daha göremiyorsun, bir de utanmaz bir şekilde arkandan konuşuyorlar. Ben fakirdim, yokluğu biliyordum, o düşünceyle kapıma geleni geri çevirmiyordum. Ama hepsi boşunaymış.
Belçika Sağolsun
Belçika’ya geldikten sonra çalıştığım paralarla yatırımlar yaptım. Devrek’te bir dairem var. Köyümde 3 katlı evim var. Kendi aileme de çok katkıda bulundum. Kalabalık bir ailem var. 6 kız ve 1 oğlum var. Bana ihtiyaçları olduğunda hep onların yanında oldum. Allah’a şükürler olsun hiçbir maddi sıkıntımız yok. Emekliyim, maaşım düzenli olarak ödeniyor. Belçika sağolsun.
Türkiye doğumlu 1 çocuğum var. Diğerleri Belçika doğumlu. Onların yetişme döneminde hep okumaları için teşvik ettim. Belli bir meslek eğitimi aldılar. Öyle çok yüksek eğitim şansları olmadı. Oğlum teknik eğitim aldı. Şimdi hepsinin işi gücü var. Kendi düzenleri var. Belçika’da refah seviyeleri yüksek bir durumda hayatlarını sürdürüyorlar.
Belçika’ya gelmiş olmaktan memnunum. Ben burada sadece kendi geleceğimi değil, yakınlarımı, dayılarımı da kurtarmış oldum. Çevremde birçok insanı buraya gelmesine yardımcı oldum.
Kesin Dönüşü Hiç Düşünmedim.
Ben hiçbir zaman Türkiye’ye kesin dönüşü düşünmedim. Şimdi emekliyim, maaşım düzenli olarak hesabıma yatıyor. Ama şimdi bile Türkiye’ye kesin dönmeyi düşünmüyorum. Orada insanı çok rahatsız ediyorlar. Etrafta siz insan gibi yaklaşan adam kalmamış. Hepsi bu adamdan bir şeyler koparabilir miyim derdinde. Onlara para verirsen iyisin, vermezsen kötüsün. Birine 2 lira diğerine 1 lira versen hemen kavga çıkıyor. Hep birbirlerini takip ediyorlar, işleri güçleri kumpas kurmak. Böyle bir ortamda huzurlu bir şekilde yaşayabilir misin?
Ben Burada Cami Derneğinden Başka Dernek Bilmem.
Zamanımın çoğu camide geçer. Başka bir dernek bilmem. Bazen diğer derneklere bir çay içmek için giderim. Bunun dışında bir temasım olmaz. Houthalen Yeşil Camii’nin yapılması için birer maaşımızı verdik. Ben bizzat kendi adıma 70 bin Frank para bağışladım. Toplumun birliği bütünlüğü konusunda hep cömert davrandım. Ben memleketini toplumunu seven bir insanım.
Belçika’da Ciddi Bir Irkçılık İle Karşılaşmadım.
Belçika’da çok ciddi bir ırkçılık durumu ile karşılaşmadım. Sadece bir defasında bir yol tartışması oldu. Yol benim olduğu halde bir Flaman önüme geçmek için manevra yaptı. Bende yol vermedim. Flaman arabasından indi ve kabadayılık yapmak istedi. Ben de hızlı bir şekilde arabada buluna levyeyi kapınca bu durdu. Ona ‘Bu ülkede en az senin kadar ben de vergi veriyorum, bu yolda benim de hakkım var, şimdi yol önceliği benim, haddini bil’ dedim ve yoluma devam ettim.
İş Yerinde Sevilen Bir İnsandım.
Maden Ocağında çok sevilirdim. Şeflerim, mühendislerimle aram çok iyiydi. Verilen işi en iyi şekilde yapardım. İş arkadaşlarımla bile aram çok iyiydi. Geçtiğimiz günlerde ‘Baklan’’ isminde bir mühendisimiz vardı, onunla karşılaştım, beni hemen tanıdı, hatırımı sordu, biraz sohbet ettik.
Elbette Belçika’da Bize Vatan Oldu.
Burada uzun yıllar yaşadık ve alıştık. Burası da bize vatan oldu. Bu devlette hak hukuk işliyor. Devlet senin hakkını yemiyor, maaşını zamanında ödüyor. Çoluk çocuğumuz rahat yaşıyor. Bir ülkeden daha ne istenir ki? Bu ülkede bir konuda hakkınız varsa son kuruşuna kadar alırsınız. Ama Türkiye’de sistem öyle çalışmıyor. Elbette Türkiye bizim vatanımız. Memleketimizi severiz. O iş başka ama konu sistem, insan hakları ve insan davranışlarına gelince işler değişiyor.
20 Civarında Torunum Var.
Benim 7 çocuğum 20 civarında torunum var. Onlar gelecekleri konusunda bizden daha fazla bilgiye sahipler. Yeni nesillerin hepsi zaten zorunlu olarak belli bir düzeyde eğitim alıyorlar. Dünyada neler oluyor, ne tür sıkıntılar yaşanıyor. Ülkelerin siyasi, ekonomik durumu nedir, Türkiye nasıl, Almanya nasıl, Belçika nasıl hepsini benden iyi biliyorlar. Onlara tek tavsiyem iyi ve ahlaklı insan olsunlar. O yeter.
Beni Vatanıma Gömsünler
Öyle ya da böyle biz Türk’üz. Türkiye’de doğduğumuz yer var. Orada yatan ana babamız var. Kardeşlerimiz akrabalarımız var. Hak vaki olunca beni köyümde toprağa vermelerini isterim. Her ne kadar bu ülkelerde belli bir geçmişimiz düzenimizde olsa o topraklarda doğduk, ölünce de yine o topraklarda yatmak hakkımız.