Metin Edeer is een Turkse man die zijn leven in België heeft opgebouwd. Geboren in 1956 in het stadje Emirdağ in Turkije, kwam hij in 1978 naar België, op zoek naar een beter leven. Zijn verhaal is een fascinerend voorbeeld van doorzettingsvermogen, aanpassing en het creëren van kansen in een nieuw land.
In Turkije had hij al een vak geleerd, maar toen hij in België arriveerde, werd zijn ervaring daar niet erkend. Daarom begon hij in de bouwsector, ondanks dat hij nooit eerder in de bouw had gewerkt. “Ik had zelfs nog nooit een schep in mijn hand gehad,” vertelt hij. Toch begon hij als ongeschoolde arbeider in de bouw, en hoewel het werken in de regen een vreemde ervaring was, leerde hij snel wat hard werken betekende.
De turbulente jaren '80 brachten echter hun eigen uitdagingen. Het bedrijf waarvoor Metin werkte ging failliet, en hij stond zonder werk. Deze periode leidde hem naar een nieuwe richting: de horeca. Na enkele jaren als pizzabakker gewerkt te hebben in verschillende restaurants, besloot hij in 1985 zijn eigen pizzeria te openen aan de Rue Philomène in Brussel. Het was een gewaagde stap, want hij had geen eigen kapitaal en was net getrouwd. Gelukkig bood een goede vriend, Ömer Şen, hem financiële steun om zijn droom waar te maken.
Zijn pizzeria, die hij “Metin Pide” noemde, was een pionier in de Belgische stad. In het begin vonden klanten het idee van pizza’s buiten de deur vreemd, maar al snel kwamen de Belgische en Turkse klanten terug voor meer. De smaak van de traditionele Turkse pizza was een hit, en het werd duidelijk dat er een heimwee was naar de Turkse keuken in België. Na een succesvolle start in 1985, verhuisde Metin zijn zaak in 1990 naar de Chaussée de Haecht, waar hij tot op de dag van vandaag zijn pizzeria runt.
Naast zijn zakelijke ondernemingen, is Metin ook actief in de gemeenschap. In 1996 was hij een van de oprichters van EYAD, de Emirdağ en Omgeving Leefgemeenschap. De vereniging richtte zich aanvankelijk op het helpen van arme mensen in Turkije, bijvoorbeeld door het verstrekken van vlees voor het Offerfeest en het ondersteunen van wederopbouw na aardbevingen. EYAD heeft sindsdien veel projecten opgezet, zoals het doneren van elektrische rolstoelen aan mensen in nood in Turkije en het organiseren van taalcursussen en sociale dienstverlening voor de Turkse gemeenschap in België.
Metin reflecteert ook op de veranderingen in België en de Turkse gemeenschap. In zijn ogen was België vroeger een land met meer saamhorigheid en een hogere waarde van geld. "De Belgische frank had een bijzondere waarde. Je kon uitgeven wat je wilde, maar het geld raakte niet op. Maar toen we overstapten naar de euro, verdween die waarde," zegt hij. Ook de Turkse gemeenschap is veranderd. Waar vroeger duizenden mensen bijeenkwamen bij de verschillende Turkse organisaties, ziet hij nu een afname in de eenheid en betrokkenheid.
Toch zijn er ook lichtpuntjes in zijn verhaal. Metin deelt een mooie herinnering aan de begindagen van zijn verblijf in België. “Toen ik hier net was, was er een koffiehuis genaamd ‘Istanbul’. Mensen vroegen me: ‘Wie ben je? Wat doe je voor werk?’ En ik antwoordde: ‘Mijn vaders beroep was bakker, maar ik ben vrachtwagenchauffeur, ik heb een groot rijbewijs.’ Ze lachten en zeiden: ‘Zelfs vrouwen rijden hier vrachtwagens. Laat dat maar zitten, jij kunt dat niet.’” Het was een grappige, maar symbolische herinnering aan de uitdagingen waarmee hij werd geconfronteerd.
Tot slot, met zijn jarenlange ervaring en wijsheid, heeft Metin een boodschap voor de jongere generatie van de Turkse gemeenschap in België: “We moeten als gemeenschap meer samenkomen. Kijk maar naar de rellen in Limburg, alles werd vernield en uiteindelijk kregen wij de schuld. Mijn advies aan de jongeren: studeer en werk hard. Zonder inspanning kom je nergens.”
Metin’s verhaal is er een van doorzettingsvermogen, harde werk en een diep gevoel van verantwoordelijkheid voor zijn gemeenschap. Het is een inspiratie voor velen, die laten zien hoe je kunt overleven en bloeien in een nieuw land, ondanks de vele uitdagingen.
Ben Metin Edeer, 1956 Emirdağ doğumluyum. 1978'de Belçika'ya geldim. Geldikten sonra burada, inşaat işinde çalıştım. Bir meslek vardı ama bizim meslek o zamanlar burada geçersizdi. Geldiğimde inşaat işine girdim, 2 ,5 sene falan inşaatta çalıştım. Sonra 80 'nin yıllarından sonra, bir Pideciğe girdim. Orada 85 yılına kadar pidecide çalıştım, pideci olarak, Lokanta'da çalıştım. Sonra 1985'de kendi iş yerimi açtım.
Belçika'ya ilk geldiğimde tabii bu kadar Türk yoktu bir kere geldiğimde. İlk itapta uyum sağlamak çok zordu yani. Belçi ka'da her gün yağmur yağıyor dedim ya burada insan bu kadar yağmurdan çürüyecek diye düşündüm. Belçika'ya geldiğimde ben kimseyi tanımıyordum burada yani çok da bir akrabam falan da yoktu burada. Ama zaman geçtikçe alışıyorsun, tanıdıklarım oldu. İş yerinde Belçikalılarla çalıştık, Onlarla geçirip gittik, alıştık gittik .Ama kendimiz de uyum sağladık. Benim işe hayatım, Kayınbabam rahmetli, inşaatta çalışıyordu. Beni inşaata götürdü, orada işe kabul ettiler.
O şekİlde başladık, ben Türkiye'de inşaatta hiç çalış mamıştım. Elime kürek bile almamıştım; ama burada amele olarak inşaata girdik. Buradaki çalışma hayatı tuhafıma gidiyordu, yağmur yağdığı zamanlarda dahi durmadan çalışmaya devam ediyorduk. yağmurluk ve çizme veriyorlardı, o şekilde yağmur altında çalışıyorduk. 80'li yıllarda burada inşaatlarda iflas furyası başladıydı yani o zaman şirket iflas etti tabi bende işsiz kaldım. Şimdi ben inşaat şirketi iflas ettikten sonra Rue de Coteaux 'daki bir Restaurant'a pideci olarak işe başladım. Pideci olarak girdim. Daha sonra Pala Restorana girdim, çalışıyorum. Çalıştığım yerde pide yemeye gelenler yaptığım pideleri beğeniyorlardı. Çünkü pidecilik benim babamın mesleğiydi, ben onun yanında çok çalışmasamda ,yanında pideciliği çalışarak öğrenmiştim. Sonra ise Şöforlük yapmıştım. Tanışmış olduğumuz abiler 'Sen kendine niye bir yer açmıyorsun?' diye beni teşvik ediyorlardı.
Benim ise o zamanlar param yok. Zaten buraya evlenip geldim, evlilik borcunu zor ödedim. Pide yemeye gelenlerden Ömer Şen abi sağ olsun bana ben sana kaç para istiyorsan vereceğim, kendine yer aç dedi.
85'te rue Philomène 'de şimdiki Fatih Camii'nin çıkışı olan yerde küçük eski bir garajı alıp,eşin,dostun yardımı ile orayı pideci fırını olarak açtık. ilk açtığım zaman insanların dışarıda yemek yemek kültürü olmadığı için burada pideyi kim yiyecek diyenler olduysa da herkes de bir özlem varmış. Belçikalı müşterilerimiz ilk önce bir tuhaf karşılıyordu, bilhassa ayranı tuhaf karşılıyordu. 1989'a kadar orada çalıştım. Sonra chaussée de Haecht üzerin deki şimdiki yerimizi aldım. Bir sene buranın tadilatını sürdü 90'da oraya geçtim işte bu zamana kadar devam ettik.
Ben EYAD 'ın kurucuyu üyelerindenim. 96 'ın sonu 97 'in başlarında her yörede olduğu gibi bizde Emirdağ ve Yöresi Yaşatma Derneği'ni EYAD olarak kurduk. Aslında biz Belçika 'ya yönelik çalışma yapmayacaktık. İlk zamanlar Türkiye'deki Fakire, Fukaraya, işsize yardım amaçlı,kurban, zamanı kurban kesiyorduk.
Memleketimiz Emirdağ'da 90 fakir çocuğu sünnet ettirdik, sonra 99 Gölcük depreminde Belçika 'lı ekibe yardım için bizim EYAD'tan bir ekip gitti. Sonra Düzce de öteki derneklerle beraber 90 köylük bir prefabrik yaptık. Merkezi Afyonkarahisar, Emirdağ olmak üzere 2400 civarında akülü engeli aracı Türkiye 'ye götürdük. Kargo şirketi aracılığı ile bu engelli araçları Türkkiye'nin her bölgesindeki ihtyaç sahiplerine ücretsiz dağıttık.
Belçika'da kurban kesmek çok zor olduğu için büyük çapta kurban kampanyası ile kurbanları Türkiye'de kestirip, dağıttık. Ben şuan başkan değilim ama yönetimdeyim. Derneğimiz EYAD hale devam ediyor. 5 tane Belçika devletinin verdiği çalışan memurlarımız var. Dil kurusları,Sosyal servis hizmetleri başta olmakl üzere çeşitli etkinlikler yapıyorlar.
Belçika çok güzeldi eskiden. Bir de Belçika Frangı'nın bir bereketi vardı. İnan harcıya, harcıya parayı bitiremiyorduk. Ne zaman böyle devir değişti? Euroya geçildi, paranın hiç bereketi kalmadı. Çok da para da kazanamadık yani. Ama Belçika Frangı gerçekten çok bereketli bir paraydı. O zaman zaten ne alındıysa alındı memleket'te. Türkiye'den izinden döndüğünde herkes birbirine Ne aldın geldin? Ev mi aldın? Tarla mı aldın? Arsa mı aldın? diye soruyordu.
Şimdi tabii herşey kısıtlı, masraf çok, hayat pahalı. Eflasyon yok diyorlar ama benim geldiğimde bir paket sigara 27 Frank'tı. Ama şimdi kaç para? 10 Euro? 9 Euro mı bilmiyor? Ben geldiğimde çok samimiyet vardı, birliktelik vardı . O yıllarda bizim derneklerden Milli Görüş'ün kurultaylarına salonda 9000 kişi katılıyordu. Türk Federasyonu 'nun kurutaylarına 5000-6000 kişi katılırdı. Şimdi 1000 kişiyi bile toplamıyorlar bence. Birliktelik yok, iyice ayrıştık, Son zamanlarda yaşadığımız pandemi dönemi de bunun üstüne tuz biber oldu .
İlk geldiğim yıllarda İstanbul kahvesi vardı, işte hoş geldin nelerisin? kimsin? ne iş yaparsın diye soruyorlar dı.
Bende 'Baba mesleği fırıncılık, ama abenim mesleğim kamyon şöforüyüm,ağır vasıta ehliyetim var.' diye cevap veriyordum. Bana burada kadınlar bile kamyon şöforlüğü yapıyor, o işi boşver,sen onu yapamazsın demişlerdi.
Bir de ilk girdiğim inşaat iş yerinde bir ilginç şeyde dil bilmiyoruz o zaman. Bana şef 'bir palet kremiti binanın arka tarafını götürün.' diye söylemiş.
Ben ise 'Bir kamyon kiremiti binanın arkasına götürün' diye anlamışım. 20 palet kireniti bianaın arka tarafına taşımıştık. Böyle ilginç anılarım oldu. Ama şükür şimdiki halimizde, şimdi ki Avrupa 'ya gelenler çok şanslı da. Bu zaman bayağı kısıtlıydı yani.
Bakkal, Kasap, Lokanta, alışveriş merkezi, sayısı çok ksıtlı,Türk mallarının çoğunu bulamıyorsun.O zamanlar herkesin minibüsü vardı. Türkiye 'ye izine gidildiğinde Bulgurundan ,Turşusuna, Peynirine kadar herşeyi alıp bir yıllık yiyecekler belçika'ya getiriliridi.
Şimdi ise burada her şey var. Bir tek dolgulu köfte yapmak için 'kuyruk yağı' yok.
Belçika türk toplumunun bir araya gelmesi lazım. Bak Limburg bölgesindeki son olaylarda kırdılar, döktüler, yine kabahatli bizler olduk . Adamlar mağduru oynuyorlar. Onun için bir araya gelmemiz lazım.
Birkaç kere Rıfat Bey 'le de bir çatı dernek oluşturalım diye uğraştık ama maalasef olmadı. Nedense olmuyor. Tutmuyor.
İşte dernekçi arkadaşlar ya ben onun ayağına mı gideceğim, ben ondan daha büyük derneğim gibi bahanelerle bir araya gelemiyoruz.
Son olarak gençlere nacizane tavsiyem, çok okuyup, güzel yerlere gelsinler. Çalışmayınca, okumayınca bir şey olmaz. Bazen kendini geliştirip, okuyan gençlerimizi görünce gururlanıyorum.»