Op een herfstige dag, 17 september 1935, werd Emine Caner geboren in het dorp Yazlık (Livera), gelegen in het district Maçka in Trabzon. Haar vroege jaren bracht ze door bij haar grootmoeder in Akçaabat, een sterke vrouw die de respectabele leeftijd van 107 jaar bereikte. “Ik ben een kleindochter van een Ağa,” vertelt Emine met trots. Haar grootvader was een invloedrijk man in de regio, en mensen kwamen naar hem toe voor advies.
Toch liep haar leven een andere richting op. Ze trouwde met Hasan, een eenvoudige arbeider die werkte op de tabaksvelden van haar familie. In die tijd was tabak de belangrijkste bron van inkomsten in het dorp. “Hazelnoten kenden we niet, iedereen verbouwde tabak,” herinnert ze zich. Maar het leven in Turkije was zwaar. Toen Hasan werd opgeroepen voor militaire dienst, stond Emine er alleen voor. Met een schamele uitkering van 60 lira per maand moest ze haar gezin onderhouden. Om de eindjes aan elkaar te knopen, ging ze werken bij Fisko Birlik, een landbouwcoöperatie.
In november 1963 vertrok Hasan naar België om in de mijnen te werken. Acht jaar lang zwoegde hij onder de grond om een betere toekomst voor zijn gezin te creëren. “Hij wilde ons laten overkomen, maar mijn schoonvader gaf geen toestemming,” vertelt Emine. Haar dochters volgden op dat moment een religieuze studie, en haar schoonvader vond dat belangrijker dan een hereniging met hun vader. Uiteindelijk werd de knoop doorgehakt. In 1971 keerde Hasan met de auto terug naar Turkije om zijn gezin op te halen. Samen begonnen ze aan een nieuw hoofdstuk in België.
Maar de eerste jaren waren zwaar. Een eigen woning vinden bleek een uitdaging. “We woonden eerst tweeënhalf jaar boven de koffiebar van Süleyman uit Erzincan. We leefden als een familie en konden het goed met elkaar vinden.” Pas op 17 januari 1975 konden ze verhuizen naar een eigen huis, het huis waar Emine tot op de dag van vandaag woont.
In België leidde Emine een bescheiden, maar stabiel leven. Haar kinderen gingen meteen naar school, en zijzelf nam de rol van huisvrouw op zich. “Ik deed de was, kookte en hield het huis op orde. Zo ging mijn leven voorbij.” Ze heeft nooit de behoefte gevoeld om Vlaams te leren. “Mijn kinderen regelden alles voor mij. Zonder hen zou ik nauwelijks met Belgen kunnen communiceren.”
Toch voelde ze zich nooit buitengesloten. Racisme of onrechtvaardigheid heeft ze in België niet ervaren. “We hadden buren van verschillende nationaliteiten: Grieken, Italianen, Spanjaarden, Marokkanen. We hebben nooit problemen gehad.”
Het gezinsgeluk werd abrupt verstoord in 1977. “Drie maanden na het huwelijk van onze oudste dochter overleed mijn man,” vertelt Emine met een zachte stem. Hasan was een toegewijde vader. “Hij bracht de kinderen zelf naar school en werkte in onze tuin. Hij was bezig met het kopen van een huis, maar het lot besliste anders.”
Vanaf dat moment stond Emine er alleen voor. Toch bleef ze haar kinderen met liefde en discipline opvoeden. “Mijn grootste zorg was dat mijn dochters veilig zouden opgroeien en een goed leven zouden leiden.” Hoewel ze ooit hoopte dat haar dochters naar Turkije zouden terugkeren om daar een gezin te stichten, bleef het gezin uiteindelijk in België. “Twee dochters trouwden met neven, een andere dochter met de zoon van onze buurman. Mijn zonen trouwden met vrouwen uit de Zwarte Zee-regio. We hebben nooit aanpassingsproblemen gehad.”
Hoewel Emine en haar gezin goed ingeburgerd raakten in België, bleef het verlangen naar Turkije bestaan. “We gingen vaak met de auto naar Trabzon. In de eerste jaren duurde de reis zes dagen heen en zes dagen terug. De wegen waren in slechte staat. De reis leek eindeloos.”
Terugkeren naar Turkije? Nee, dat heeft Emine nooit serieus overwogen. “We hadden hier een stabiel leven opgebouwd. Mijn kinderen waren veilig en goed opgegroeid.” Maar nu haar kinderen met pensioen zijn, denken sommigen wél aan een definitieve terugkeer. Vooral haar twee zonen overwegen om zich in Turkije te vestigen. “Als zij definitief teruggaan, ga ik met hen mee. Ik wil niet alleen achterblijven.”
Toch is haar band met België sterk. “Turkije is mijn vaderland, maar België is ook ons thuis geworden. Als Turkije een voetbalwedstrijd wint, ben ik blij. Maar ik voel hetzelfde voor België; ik wil niet dat ze verliezen. We hebben hier ons brood verdiend. We kunnen niet ondankbaar zijn.”
Emine kijkt met trots terug op haar leven. “Ik heb mijn kinderen geleerd om hun vaderland, volk en geloof trouw te blijven. Ze voeden hun eigen kinderen ook zo op.” Haar kinderen hebben zich goed ontwikkeld, zijn beleefd, respectvol en hebben een sterk karakter. “Moge God hen beschermen.”
Ze is niet iemand die klaagt over haar lot. “Ik kan niet zeggen dat ik blij ben dat ik naar België ben gekomen. Ik ben hier de enige uit mijn familie; al mijn broers en zussen wonen in Turkije. Maar het leven heeft zo gelopen. We hebben ons lot geaccepteerd.”
Of ze ooit definitief terugkeert naar haar geboorteland, blijft onzeker. Maar één ding weet ze zeker: haar hart zal altijd in twee landen tegelijk kloppen.
EMİNE CANER
HOUTHALEN
Ben Trabzon İli, Maçka İlçesi Yazlık (Livera) köyünde 17 Eylül 1935’te doğdum.
Maçka’da doğduktan sonra 3 yaşımda Trabzon Akçaabat’ta anneannemin yanına gittim. O 107 yaşında vefat etti. Orada Derecik beldesi Uğurlu (İlana) köyünde bir delikanlı ile evlendim.
Ben Ağa Torunuyum.
Eşim benim annemin amcasının işçileri (maraba) idi. Tütün tarlalarında çalışırlardı. Aslında ben bir ağa torunuydum. Şimdi o bölgelerde dedemi sorsan hemen namını anlatmaya başlarlar. Dedemin hem Yaylabaşı (Mulaga) köyünde hem yaylada selamlığı vardı. Herkes onun yanına akıl danışmaya gelirdi.
Köyde Tütün Ekerdik.
Çocukluğumda köylerde tütün yetiştirirdik. Bizler o zamanlar fındığı bilmezdik. Herkes tütün ekerdik. Tütün fidanı yetiştirdik.
Evlendikten sonra 5 yıl o köyde yaşadım. Eşim Hasan evlendikten bir düre sonra askere gitti. Eşim askere gittikten sonra vilayetten 60 lira ayda asker aylığı alıyordum. Bu çok azdı. Çocuklarımı bakabilmek için 80 lira aylık ile Fisko Birlik kurumuna işçi olarak girdim. Orada 6 yıl çalıştım. Eşimin durumu düzelince evde çocuklarımın daha iyi bakımı için işi bıraktım.
Belçika’ya Eşim 1963 Ben İse 1971’de geldim
Eşim 1963 yılının kasım ayında Belçika’ya geldi. Burada 8 yıl maden de çalıştıktan sonra bize istek yolladı. Kayınpederim o zaman izin vermedi. Kızlarım o zamanlar hafızlıkta okuyorlardı. Sonra bir şekilde Belçika’ya gitmeye karar verdik.1971 yılında eşim bizi almak için arabayla Türkiye’ye geldi ve izin sonrası onunla birlikte Belçika’ya geldik.
Belçika’da Ev Sıkıntısı Yaşadık.
Burada ilk etapta ev sıkıntısı çektik. Erzincanlı Süleyman’ın bir kahvehanesi vardı. O alt katta duruyordu, biz üst katta durduk. 2 buçuk yıl öyle idare ettik. Onlarla bir aile gibi iyi geçindik. 17 Ocak 1975 tarihinde şimdi ikamet ettiğim eve taşındık.
Burada Hep Ev Hanımlığı Yaptım.
Belçika’da zamanla çok güzel yaşantımız, geçimimiz oldu. Hiç sıkıntı yaşamadık. İlk yıllarda kızlarım hemen okula başladılar. Sonra yaşları geldikçe küçüklerde okula başladılar. Ben hep ev hanımlığı yaptım. Çamaşır yıkadım, yemek pişirdim, evi topladım. Hayatım böyle geçti.
Belçika’da Bir Irkçılık Gibi Durum yaşamadım.
Belçika’da ne biz ne de çocuklarım hiçbir sıkıntı yaşamadılar. Bir haksızlığa, kavgaya, ırkçılığa rastlamadık. Çocuklarım kavga döğüşü istemezlerdi. Herkes ile iyi geçinirlerdi. Onların çocukları da öyle.
Bu ülkede yabancılardan hiçbir kötülük görmedik. Burada Yunan, İtalyan, İspanyol, Faslı birçok farklı milletten komşularımız oldu. Hiçbir ile bir tartışmamız, anlaşmazlığımız olmadı.
Eşim Çocukları İle Çok İlgilenirdi.
Gün geldi çocuklar büyüdüler. 1977 yılında büyük kızımızı evlendirdikten 3 ay sonra eşim vefat etti. Eşim çok becerikli biriydi. Çocukları ile çok ilgilenirdi. Onları okula kedisi götürürdü. Evimizin bahçesinde çalışırdı. Oturduğumuz evi satın almak üzere hazırlık yapardı. Ama ona düşündükleri nasip olmadı.
Leopoldsburg Pazarı Bizim Favorimizdi.
Ben çarşıya pazara yalnız gitmezdim. Ya eşim yanımda olurdu ya da çocuklarım. Her cumartesi günleri Leopoldsburg pazarına giderdik. Leopoldsburg Pazar yeri o yıllarda çok meşhurdu. Orada en iyi yeşillikler, sebzeler, meyveler olurdu.
Flamanca Öğrenemedim.
Ben burada Flamanca öğrenemedim. İşlerimi hep çocuklar takip etti. Onlar olmazsa bir Belçikalı ile anlaşmam çok zor. Flamanca’yı öğrenme konusunda bir merakım olmadı, bir kurs falan takip etmedim. Çocuklar zaten yetişince her şeyi onlar takip ettiler.
Kesin Geri Dönüşü Hiç Düşünmedim.
Buradan Türkiye’ye geri gitme fikrimiz olmadı. Ülkemizi memleketimizi elbette özlüyorduk. Oralarda bıraktığımız yakınlarımız vardı. Ancak Belçika’da rahat bir hayatımız vardı. Bir düzen kurmuştuk ve rahattık. Kızlarım yetişmişti, onları sağ salim buraya gelip babalarına teslim etmiştim ve çok mutlu olmuştum. Ailenin tekrar Belçika’da hep bir arada olması iyi olmuştu. Ancak şimdi çocuklarımda emekli olunca Türkiye’ye yerleşme fikri olanlar var. Özellikle 2 oğlum aynı fikirdeler. Onların düşüncesi farklı olabiliyor. Şayet onlar temelli dönerlerse bende onlarla birlikte giderim. Öyle onlar Türkiye’de ben burada onu da istemiyorum. Ben torunlarıma da alıştım. Şimdi onların benden uzak olmasına dayanamam.
12 Günde Trabzon’a Gidip Geldik.
Araba ile birçok kez memlekete gittim. Eşim ile memlekete gittiğim yıllar oldu. Sonra çocuklarım ile gittim. İlk yıllarda 6 günde Trabzon’a gidip 6 günde buraya geldiğimiz oldu. Yollar çok perişandı. Damadımla 2 defa gittim. Çocuklarımla defalarca gittim. O yollar git git bitmezdi.
Gurbetin Kendine Has Zorlukları Var.
Uzakta yaşıyorsun, yakınlarının hastalığında, iyi gününde kötü gününde yanında olamıyorsun. Orada en yakın akrabalarına geride bırakıp gurbet ellere geliyorsun. Kolay bir durum değil elbette. Babamı zaten oradayken kaybetmiştim. Memlekette annem hayatını kaybettiğinde cenazesine yetişmiştim. Biz 14 kardeştik. Şimdi 3 tanesi vefat etti ve 11 kardeş kaldık.
Çok Saygılı Ahlaklı Çocuklarım Var.
Benim buraya gelirken tek düşüncem kızlarımı sağ salim eşime babalarına kavuşturmaktı. Kızlarımın geri dönüp memlekette bir yuvaları olsun diye düşündüğüm olmuştu. Ama nasip olmadı. 2 kızım yeğenlerimle evlendi. Birini ise buradaki komşumuzun oğluna verdim. Bir oğlum halasının kızı ile evlendi. Küçük oğlum da yine Karadenizli bir ile evlendi. Ailede bir uyum sorunumuz olmadı. Herkes düzeninden memnun mutlu bir hayat sürdürüyorlar. Çocuklarımdan hiçbir sorun yaşamadım. Ne kızlarımdan ne de oğullarımda bir sorunum olmadı. Okul dönemlerinde düzenli olarak okula gittiler. Yetişince iş güç sahibi oldular. Çalıştılar kazandılar kendi düzenlerini kurdular. Allah hepsinden razı olsun, çok saygılı, düşünceli ahlaklı çocuklarım var.
Nasip Kısmet Böyle İmiş.
Ben aslında iyi ki, Belçika’ya gelmişim demiyorum. Bu sadece kendim ile ilgili. Ben kendi ailemden burada tek kişiyim, tüm diğer kardeşlerim akrabalarım Türkiye’de. Burada işte bir şekilde kaderimize razı oluyoruz. Nasip kısmet kader böyle imiş.
Çocuklarımı İyi Yetiştirdim.
Ben çocuklarımı vatanına milletine dinine bağlı insanlar olarak yetiştirdim. Onlarda kendi çocuklarını öyle yetiştiriyorlar. Burada zamanla kurduğumuz dernekler camilerimiz var. Onlardan da faydalandık. Çocuklarımıza çok olumlu katkılar sağladılar. Şayet çocuklarınızı çevrenizde bulunan bu kurumlara alıştırır oralardaki kurslara faaliyetlere götürür alıştırırsanız onlar hem kendilerini geliştirirler hem de kendi çocuklarına aynısını öğretirler. Böylece kültürümüz nesilden nesile aktarılmış olur.
Türkiye Benim Vatanımdır, Belçika’da Öyle.
Benim için Türkiye vatanımdır ancak Belçika’da bize vatan oldu. Örneğin Türkiye bir futbol maçında kazandığında çok seviniyorum. Aynı duyguyu Belçika içinde taşıyorum. Belçika’nın başka bir ülkenin takımına yenilmesini istemiyorum. Biz bu ülkenin ekmeğini yedik. Nankörlük yapamayız.