Ik ben geboren in 1938, in het dorp Mağaracık, in het district Posof in de provincie Kars," begint Cevat Durmaz zijn verhaal. Hij groeide op als één van de zeven kinderen in een boerengezin. “Mijn jeugd speelde zich volledig af op het platteland. Nadat mijn handen eenmaal iets begonnen vast te houden, werkte ik net als mijn broers in de traditionele dorpsarbeid: we deden aan veeteelt en werkten op het land.”
In de jaren zestig volgde Cevat het spoor van zijn familieleden die al eerder naar België waren vertrokken als gastarbeiders. “We schreven ons in bij het arbeidsbureau. Daarna kwam de oproep – maar eerst moesten we langs de medische keuring.” Daar kreeg hij eerst geen goedkeuring. “Ik heb de ambtenaar toen uitgelegd hoe arm we waren, dat ik móést werken. Op de een of andere manier kon ik hem overtuigen, en kreeg ik alsnog een goedgekeurd medisch rapport.”
In 1963 stapte hij op het vliegtuig in Istanboel en begon zijn reis naar België. "Eerst kwamen we terecht in Luik. Daar zouden we verdeeld worden over de verschillende mijnen." Cevat werd oorspronkelijk aangewezen op een mijn in de regio Luik, maar besloot op eigen initiatief naar Beringen te verhuizen, waar zijn neef en bekenden woonden. “Ik pakte de trein naar Hasselt en liep van daaruit te voet naar Beringen. Ik herinner me nog dat ik onderweg de nacht doorbracht in iets wat op een kerk leek.”
Toen hij naar België kwam, was hij al getrouwd. “Mijn vader had me na mijn militaire dienst laten trouwen.” Een jaar na zijn aankomst haalde hij zijn vrouw en kinderen naar België. Helaas overleed zijn eerste vrouw aan een hartaanval, wat hem achterliet met vier jonge kinderen. “Later ben ik hertrouwd. Nu heb ik vier kinderen uit mijn eerste huwelijk, en vier uit mijn tweede – acht in totaal.” Vandaag telt zijn familie 85 mensen: kinderen, kleinkinderen, schoondochters en schoonzonen.
Cevat werkte 19 jaar in de mijn van Beringen. “Altijd ondergronds, met de schop en de houweel, tussen het kolenstof. Ik was een harde werker, kende geen vermoeidheid.” In 1971 werd hij echter slachtoffer van een ernstig ongeval. “Mijn voet kwam vast te zitten in de ketting die de kolenpanzer voorttrok. Hij werd afgerukt. Dat was het verdrietigste moment in mijn leven in België.”
Over het algemeen heeft hij echter goede herinneringen aan België. “Ik had geen problemen met de Belgen. Ze hebben ons geen kwaad gedaan.” De taal was wel een uitdaging. “Als we eieren wilden kopen, deden we een kip na. De winkelier begreep ons meestal wel. Soms lachten ze, maar dat deerde ons niet.” Op de werkvloer was taal minder belangrijk: “We deden toch elke dag hetzelfde werk.”
In 1980, tijdens een terugreis naar België na een vakantie in Turkije, raakte hij betrokken bij een ernstig auto-ongeluk nabij Babaeski. “Ik had fout ingehaald en de anderen lieten me er niet tussen. Een vrachtwagen botste tegen ons. De auto was zwaar beschadigd, maar we konden uiteindelijk verder.”
Zijn kinderen groeiden op in België en kregen hun opleiding hier. “De jongste studeerde aan de Hogeschool, de anderen volgden beroepsonderwijs. Al mijn kinderen zijn goed terechtgekomen. Ze spreken vloeiend Turks én Vlaams. Ze kennen de islam goed, zijn eerlijk, netjes en moreel. Ze hebben veel respect voor mij. Daar ben ik dankbaar voor.”
Aanvankelijk dacht Cevat maar vijf jaar in België te blijven. “Maar het liep anders. De tijd verstreek, de behoeften groeiden, en uiteindelijk bleven we.” Hij hielp vele familieleden en kennissen aan werk of onderdak. “Niemand heeft me kwaad gedaan of ondankbaarheid getoond. Ik ben trots dat ik velen heb kunnen helpen.”
Naast zijn werk in de mijn zette hij zich vrijwillig in voor de gemeenschap. “Ik was geen bestuurslid van een vereniging, maar hielp wel mee. Bij de Fatih Moskee in Beringen had ik de sleutels. ’s Morgens deed ik de deur open, bad mijn gebeden, las de Koran en maakte schoon. Mijn kinderen en kleinkinderen leerden daar hun geloof, taal en cultuur. Moge Allah degenen zegenen die deze plekken mogelijk hebben gemaakt.”
”Als mijn tijd komt, wil ik graag in mijn geboorteland begraven worden.” eindigt Cevat zijn verhaal.
Ben 1938 yılında Kars ili Posof ilçesi, Mağaracık köyünde doğdum. Biz evimizde 7 kardeştik. Çocukluğum köyde geçti. Köyümde ilk okulu okudum. Elimiz tutmaya başladıktan sonra diğer kardeşlerim gibi geleneksel köy işleri yaptım. Hayvancılık yaptım, bağ bahçe işlerinde çalıştım.
Belçika’ya benden önce yakınlarımızdan gelenler vardı. Bizde onlara özendik ve işçi bulma kurumuna yazıldık. Sonra bana da istek geldi. Önce sağlık kontrollerinden geçeceksiniz dediler. Orada sorun yaşadım. Beni sağlık açısından yeterli bulmamışlardı. Orada görevli olan şahsa durumumu anlattım. Çok fakir olduğumuzu, çalışmak zorunda olduğumu izah ettim. Bir şekilde o görevliyi ikna ettim ve geçerli sağlık raporu aldım. Sonra pasaportumu çıkarttım ve İstanbul’dan uçakla Belçika’ya 1963 yılında geldim.
Belçika’ya gelince bizi önce maden ocaklarına dağıtılmak üzere Liege şehrine götürdüler. Benim normalde Liege bölgesinde bulunan bir maden ocağında çalışmam gerekiyordun. Bir dönem orada kaldım. Beringen’de amca oğlu ve bazı tanıdıklarımız vardı. Ben onlarla aynı yerde çalışmak istiyordum. Ben de Beringen’e giderek orada bulunan maden ocağında çalışmak üzere trenle önce Hasselt’e geldim. Hasselt’ten yayan olarak Beringen’e geldim. Hatta yolda geceye kaldığım için kilise gibi bir yerde geceyi geçirdim.
Babam beni askerliğimi yaptıktan sonra evlendirmişti. Belçika’ya evli bir genç olarak gelmiştim. Belçika’ya geldikten bir yıl sonra Türkiye’ye gittim. Eşimi ve çocuklarımı alarak onları da Belçika’ya getirdim. İlk eşim kalp krizi geçirerek hayata veda etti. 4 çocukla ortada kalmıştım. Sonra tekrar evlendim. Şimdi ilk eşimden 4, ikinci eşimden de 4 olmak üzere toplam 8 çocuğum var. Şimdi ailemiz çocuklar, torunlar, gelinler, damatlar olmak üzere 85 kişiye vardı.
Beringen Maden Ocağı’nda 19 yıl çalıştım. Yer altında kazma kürek ile hep kömür işlerinde çalıştım. Çok çalışkan insandım. Yorulmak nedir bilmezdim. Ancak Maden Ocağı’nda 1971 yılında ciddi bir kaza geçirdim. Ayağım kömür panzerini taşıyan büyük zincire denk geldi ve koptu. Belçika’da yaşadığım en üzücü hadise bu oldu.
Belçika’da başka hiçbir sorun yaşamadım. Belçikalılarla iyi geçindik. Bize bir kötülükleri, zararları olmadı.
İlk geldiğim zamanlarda dil konusunda çok zorluk çekmiştim. Alacaklarımızı tarif ederek alıyorduk. Yumurta alacağımız zaman tavuk taklidi yapardım ve esnaf bizi anlardı. Bazen bize güldükleri oluyordu ancak biz umursamıyorduk. İş yerinde ise dil pek sorun olmuyordu. Zaten işimizi kazma kürek ile yapıyorduk. Her gün aynı işi yaptığımız için ne dediklerini anlamak zor olmuyordu.
Arabayla birçok kez Türkiye’ye gittim. 1980 yılında izin sonrası dönüş yolunda Babaeski kazasında ciddi bir kaza yaptık. Bir hatalı sollama yapmıştım. Bana diğer araçlar tekrar aynı istikamete geçmek için yol vermediler. Ve bir şekilde kaza oluştu, bir kamyon bize çarpmıştı. Kaza sonrası bir de kavga yaşandı. Kazada arabam büyük hasar almıştı. Birkaç gün çocuklarla beraber Babaeski’de kaldık. Arabam yeniydi, ancak kaza sonrası büyük darbe almıştı. Arabamız yolculuk yapacak kadar tamir edildikten sonra bir şekilde tekrar yola çıktık ve Belçika’ya gelebildik.
Çocuklarım Belçika’da okula gittiler. 8 çocuğumdan en küçüğü Yüksek Okul bitirdi. Diğerleri meslek eğitimi aldılar ve şimdi hepsinin işi gücü var. Çocuklarımı güzel yetiştirdiğimi düşünüyorum. Hepsi anadilleri Türkçeyi iyi bilirler. Flamancaları çok iyidir. İslam dininin inceliklerini zamanında iyi öğrendiler. Dürüst, temiz, ahlaklı çocuklarım var. Çocuklarım bana çok saygılılar, onlardan çok razıyım. Allah’a şükürler olsun torunlarım da aynı disiplinle büyütülüyorlar.
Belçika’ya gelirken ben en çok 5 yıl çalışırım geri dönerim diye düşünüyordum. Ama öyle olmadı. Zaman geçtikçe yeni ihtiyaçlar hasıl oldu. Burada çoğaldık ve burada kaldık.
Benim yakınlarıma tanıdıklarıma çok iyiliğim olmuştur. Bana hiçbirinin bir zararı olmadı. Herhangi bir nankörlükte görmedim. Elini tutuklarımızın çoğu iş güç, ekmek sahibi oldular. Bundan gurur ve mutluluk duyuyorum.
Belçika’ya gelerek hem kendi istikbalimi ve hem de çocuklarımın geleceğini güvence altına almış oldum. Buraya gelip belli bir süre kaldıktan sonra geri dönmeyi düşünenler oldu. Fakat benim hiç böyle bir düşüncem olmadı. Belçika’ya gelmiş olmaktan, bu ülkede hak hukuk sahibi olmaktan mutluyum. Belçika’da kazandığım parayı hem çocuklarımın geleceği için kullandım hem de memlekette bazı yatırımlarım oldu. Ben İstanbul Gebze’ye yerleştim.
Ben Belçika’da bir dernekte yöneticilik falan yapmadım ancak gönüllü olarak çalıştığım, katkı sunduğum oldu. Örneğin Beringen Fatih Camii dernek binasının, caminin anahtarları bende olurdu. Sabahları Cami’ye ilk giden kapıları açan ben olurdum. Camide namazımı kılar, sonra Kur’an okurdum. Bir gönüllü olarak caminin temizliğini yapar eksiği ile ilgilenirdim. Çocuklarım, torunlarımın hepsi bu mekanlarda dinini, dilini, kültürünü öğrendiler. Allah bu mekanları kuranlardan razı olsun.
Artık yaşımız kemale erdi. Gebze’de bir aile mezarlığımız var. Birgün hak vaki olursa beni memlekette toprağa versinler isterim.