Ekrem Ergün werd in 1940 geboren in het Turkse dorp Turnacı, gelegen in de provincie Edirne. Zijn jeugd bracht hij door in de velden en stallen van het dorp. "Mijn kindertijd speelde zich af op het platteland," zou hij later zeggen. "We dreven de dieren de wei in en werkten op het land. In mijn jonge jaren ging ik voor 2,5 lira boomwortels uitgraven. Er was geen ander werk. Dat geld was in die tijd heel waardevol voor ons."
Zoals zovelen uit zijn generatie, diende hij in het leger, en trok van stad naar stad – Burdur, Kayseri, Konya, Niğde – voor zijn militaire plicht. Na zijn dienst keerde hij terug naar zijn geboortedorp, maar het leven had iets anders voor hem in petto.
Op een zomerdag, terwijl hij met ossen op het dorpsplein het graan dorsde, kwam zijn vader naar hem toe. "Zoon," vroeg hij, "zou jij naar Europa willen gaan?" Ekrem aarzelde niet: "Als jij het goedvindt, dan ga ik." Zo begon zijn reis naar het onbekende.
Op 28 mei 1964, pas twee maanden na zijn huwelijk, vertrok hij naar België om te gaan werken in de mijnen. Hij moest zijn jonge bruid achterlaten. Samen met andere arbeiders vertrok hij vanuit Ankara, maar door slecht weer maakte het vliegtuig een noodlanding in Belgrado. Uiteindelijk landde hij ’s nachts op de luchthaven van Brussel.
Hij werd naar de Collard-mijn in Seraing, Liège gebracht. "We werden met busjes in groepjes van drie tot vijf man naar onze bestemmingen gebracht." Acht jaar lang werkte hij in die mijn, totdat die sloot. Hij kreeg een vertrekpremie van 62.000 frank en moest opnieuw zijn toekomst vormgeven.
Via een kennis vond hij werk bij de Ford-fabriek in Genk, waar hij twaalf jaar werkte. Maar ook daar was het zwaar: "Het werk in de fabriek was zwaarder dan in de mijn. Soms bloedde mijn neus van de stress."
Een zware maagoperatie luidde het begin van het einde van zijn actieve loopbaan in. Zijn gezondheid liet het niet langer toe. "Ze hebben me met 20 jaar diensttijd vervroegd met pensioen laten gaan." De overgang naar het leven als gepensioneerde bracht rust, maar de herinneringen aan de strijd bleven.
De grootste uitdaging bij aankomst in België? De taal. "De eerste jaren was de taal het grootste probleem. Gelukkig waren er Grieken die Turks spraken. Ze werden onze eerste vrienden." Met de tijd leerden sommigen van hen de taal en namen ze het voortouw. Uiteindelijk leerden ook Ekrem en zijn generatiegenoten genoeg om zich verstaanbaar te maken – en hun kinderen, geboren en getogen in België, groeiden uit tot ware bruggenbouwers.
Maar het leven als migrant was niet zonder strijd. Op een dag, in de mijn, kreeg hij ruzie met een Italiaanse collega. Het liep uit de hand, en boven aangekomen vertelden de ingenieurs hem dat hij ontslagen was. Zijn vrienden grepen meteen in. Ze belden de ambassade en legden het werk stil. "Later werd er een compromis gevonden en mocht ik terugkomen."
In 1967 keerde hij tijdelijk terug naar Turkije. Vier jaar bleef hij er, tot het geld op was. De realiteit dwong hem terug te keren. "Zo heb ik vier jaar pauze gehad van het mijnwerk."
In België bouwde hij zijn gezin verder uit. "Ik heb hier zes kinderen – vijf meisjes en één jongen. Allemaal hebben ze hun leven op orde." Trots vertelt hij hoe hij ze opvoedde met discipline en liefde. "Ik liet hen nooit los. Ze hebben me nooit gebrek aan respect getoond." Zijn dochters trouwde hij uit "met sluier en bruidsjurk", en zijn zoon kreeg ook een gezin. Nu koestert hij zijn kleinkinderen.
Ruim zestig jaar woont hij inmiddels in België. "Ik heb nooit problemen gehad met de politie. Ook mijn kinderen niet. Vroeger konden we ons niet verdedigen tegen onrecht, maar nu zijn mijn kinderen en kleinkinderen mondig genoeg – ze kunnen zich net zo goed uitdrukken als een geboren Belg."
Toch was het leven onderweg niet altijd rooskleurig. "We hebben zoveel gereisd tijdens de vakanties. Op de 'sıla'-weg is veel gebeurd. Onze auto is vaak kapotgegaan, de wegen waren slecht, de auto's oud. Eén keer veroorzaakte ik een kettingbotsing. Ik moest 12.000 frank betalen."
Nu zijn familieleden bijna allemaal overleden, is de band met zijn geboortedorp vervaagd. "Er is niemand meer die ons daar kent. Zelfs mijn kinderen en kleinkinderen keren niet meer terug. Wat moeten ze daar zoeken?"
Maar Ekrem heeft zich verzoend met zijn keuze. "We kwamen naar dit land om een paar centen te verdienen. Maar alles veranderde. De behoeften, de ideeën… Toch heb ik geen spijt dat ik naar België ben gekomen."
Zijn wens voor de toekomst is eenvoudig en krachtig: "Ik heb mijn kinderen opgevoed als kinderen die hun moedertaal spreken, hun cultuur en geloof kennen, en hun afkomst eren. Moge zij dat met dezelfde discipline doorgeven."
En als het moment komt dat hij afscheid moet nemen, weet hij waar hij wil rusten: "Wij willen begraven worden in ons dorp, waar we geboren en opgegroeid zijn. Daar willen we de vrede vinden."
Ben 1940 yılında Edirne ili, Uzunköprü ilçesi Turnacı köyünde doğdum. 24 yaşına kadar Turnacı köyünde yaşadım. 28 Mayıs 1964 yılında ise Belçika'ya maden ocağında çalışmak üzere işçi olarak geldim.
Benim çocukluğum köyde geçti. İlk okulu okudum. Bu arada köy hayatında yapılan işlerde payımıza düşeni yaptık. Hayvanlarımızı otlattık, tarlalarımızda çiftçilik ile uğraştık. Gençlik yıllarımda 2 buçuk liraya ağaç kökü sökmeye giderdim. Başka iş yoktu. O para bizim için o dönemlerde çok kıymetliydi. Zor imkanlarımız ile geçimimizi sağalamaya çalışırdık. Kış günleri çalı kesmeye giderdik.
Askerliğimi Burdur, Kayseri, Konya, Niğde gibi şehirlerde yaparak bitirdim. Askerlik sonrası yine memlekete döndüm. Belçika'ya gelmeden 2 ay önce evlendim ve eşimi geride bırakarak Belçika'ya geldim.
Biz evde 5 oğlan 2 kız olmak üzere 7 kardeştik. 7 kardeşim 2 tanesi Avrupa'ya çalışmak üzere geldi, diğerleri memlekette yaşadılar. Diğer erkek kardeşim Almanya'nın Berlin şehrine işçi olarak geldi, benim nasibime ise Belçika düştü.
Belçika'ya gelişim aslında babamın önerisi ile oldu. Bir yaz zamanıydı, harman dövüyorduk. Ben harmanda öküzlerle düven sürerken rahmetli babam geldi ve bana ''Çocuk sende Avrupa'ya gitmek istermisin'' diye sordu. Ben de ''sen izin verirsen giderim'' diye cevap verdim. Böylece 2 kardeş Edirne İşçi Bulma Kurumuna yurt dışında işçi olarak çalışmak istediğimizi beyan ederek yazıldık. Bize birkaç ay sonra kabul cevabı geldi, pasaportlarımızı çıkardık ve ben uçakla Belçika'ya geldim.
Belçika'ya gelmek üzere Ankara'ya gittim. Uçak oradan kalkıyormuş. Gelirken uçak hava muhalefeti ile karşılaştı. Belgrad'a acil iniş yapıldı. Uçak ile alakalı gerekli müdahale yapıldı, benzin falan aldı ve biz oradan Brüksel'e hareket ettik, bir gece yarısı Brüksel havaalanına indik. Benim geldiğim grup hep maden işçisi olarak gelmişti. Bizi hava alanında paylaştırdılar. Bizi üçer beşer minibüslere koyarak kalacağımız yerlere götürdüler. Ben Liège şehrinin Seraing bölgesinde bulunan Collard maden ocağına götürüldüm. Bu maden ocağında tam 8 yıl çalıştım. Maden ocağı kapandıktan sonra bize işçi başı 62 bin frank çıkış primi verdiler ve artık istediğiniz yere gidip çalışabilirsiniz dediler. Ben daha sonra bir tanıdık vasıtası ile ise Genk şehrinde bulunan Ford araba fabrikasına işçi olarak girdim ve 12 yıl Ford fabrikasında çalıştım. Fabrika işi maden işçiliğinden daha zordu. Bazen sıkıntıdan burnum kanardı.
Ben bir ara ciddi mide rahatsızlığı geçirdim ve ameliyat olmak zorunda kaldım. Artık çalışmam zorlaşmıştı. Sağlığım genel anlamda bozulmuştu. Sonra beni 20 yıl üzerinden malulen emekli yaptılar. İlk geldiğimiz yıllarda en büyük sorun dil sorunuydu. Bize en yakın topluluk ise Türkçe bilen Yunanlılar oldu. Onlarla dostluk kurduk ve bize yardımcı oldular.
Zaman geçtikçe aramızda dil öğrenen arkadaşlar oldu ve onlar bize öncülük yapmaya başladılar. Sonraları hem biz kendimizi ifade edecek kadar dil öğrendik, hem de çocuklarımız yetişti ve bize tercüman oldular. Maden ocağında bir gün bir İtalyan ile kavga ettim. Yukarı çıktığımda mühendisler hemen yanıma geldiler ve işten attıklarını söylediler.
Bunu duyan arkadaşlarım hemen Büyükelçilik Müşavirini aradılar ve aynı zamanda işi durdurdular. Sonra orta yol bulundu ve beni yeniden işe aldılar.
Ben Belçika'da 4 yıl çalıştıktan sonra 1967 senesinde
Türkiye'ye kesin dönüş yaptım. 4 sene Türkiye'de kaldım. Ama para pul bitince işler düşündüğüm gibi olmadı. Sonra tekrar çalıştığım yer beni istek yaptı ve tekrar aynı iş yerine geri dönüş yaptım. Yani maden işçili-ğine 4 yıl ara vermiş oldum.
Belçika'da 5 kız ve bir oğlan olmak üzere 6 çocuğum oldu. Hepsinin işi gücü düzeni var. Durumları çok iyi. Ben çocuklarımı bu ülkede çok iyi yetiştirdiğimi düşünüyorum. Disiplinli ve düzenli bir baba olarak çocuklarımı boş bırakmadım. Onları hep takip ettim ve yönlendirdim. Sağolsunlar bana hiç saygısızlıkta bulunmadılar. Kızlarımı telli duvaklı gelin ettim. Oğlumu da evlendirdim. Şimdi torunlarımı seviyorum.
Ben 60 yılı aşkın bu ülkede yaşıyorum ve polis ile hiç sorunum olmadı. Çocuklarımda öyledir. Bazen ırkçılık, haksızlık gibi durumlar oluyor. Eskiden kendimizi savunamıyorduk ama şimdi öyle değil. Çocuklarım torunlarım hepsi şimdi en az bir Belçikalı kadar kendilerini savunuyorlar.
Ben 1967 yılında temelli geri dönme durumum oldu. Sonra tekrar geri döndükten sonra izin dönemlerinde hep yola düşerdik. O sıla yolunda çok yolculuk yaptım. O yollarda çok şeylerle karşılaştık. Birçok defa arabamızın bozulduğu zamanlar da oldu. Eskiden yollar çok kötüydü. Arabalar eskiydi, Yollarda çok kazalar olurdu. Bir defasında zincirleme kazaya sebep oldum ve 12 bin frank ceza ödedim. Bazen de kıl payı kazalardan kurtulduğumuz zamanlar oldu. Gurbetçilik zor iş. Buraya geldikten sonra aile bireylerimden kala kala sadece 2 kişi kaldık. Bir ablam var bir de ben. Benim diğer akrabalarımdan da fazla insan kalmadı. Artık doğduğum büyüdüğüm köyümde bizi tanıyan insan kalmadı.
Artık ne çocuklarım ne de torunlarım benim memleketime dönmezler. Onların orada bulacağı bir şey kalmadı. Onlar için önemli olan Türkçe'yi, kültürlerini, dinlerini, bazı geleneklerini koruyarak hayatlarını buranın imkanları ile sürdürmek. Ben bu konuda görevimi yaptığımı düşünüyorum. Hepsi anadillerini iyi konuşurlar. Ülkelerine, Türk toplumuna bağlı çocuklar olarak yetiştirildiler. Bunu aynı anlayış ve disiplin ile devam ettirmeleri tek dileğimdir.
Bu ülkeye üç beş kuruş kazanmak için geldik. Ancak zamanla her şey değişti. İhtiyaçlar değişti, fikirler değişti. Bugün için Belçika'ya gelmiş olmaktan bir pişmanlığım yok. Çok çileler çektik ama bugün için hem kendimiz bazı haklar sahi olduk, hem de çocuklarımız bir düzen kurdular.
Ben artık yaşlandım, eşim ise ağır hasta, bizim için yarın hak vaki olursa memlekette toprağa verilmek isteriz. Köyümüzde bir aile mezarlığımız var. Orada doğduk, orada yetiştik orada huzura kavuşmak isteriz.