In een klein dorpje genaamd Tosunlu, gelegen in het district Maçka in Trabzon, werd in 1958 een jongen geboren met de naam Rahman Çolak. Zijn jeugd speelde zich af in een hechte dorpsgemeenschap, waar hij de lagere school doorliep voordat zijn leven een onverwachte wending nam. Op jonge leeftijd werd hij door zijn oom meegenomen naar Ankara, terwijl zijn vader in 1964 als gastarbeider naar België vertrok. Dit was een tijd waarin vele Turkse mannen hun geluk zochten in de Belgische steenkoolmijnen, dankzij een overeenkomst tussen beide landen.
“Als ik nu terugkijk, zie ik dat dit een groot voordeel voor mij was,” herinnert Rahman zich. “Ik leerde een vak en ontwikkelde een sterke werkethiek. Op jonge leeftijd begon ik als leerling in de ambacht. Het is een enorme zegen om op jonge leeftijd in de leer te gaan.”
De grote verandering in zijn leven kwam in 1974, toen zijn vader hem kwam halen in een Volkswagen Kever, een iconische auto van die tijd. Samen met zijn oom Necati uit Düzce begon de 17-jarige Rahman aan een reis vol opwinding en nieuwsgierigheid naar een onbekend land: België.
“Eerlijk gezegd was het een moeilijke periode,” vertelt Rahman. “Maar omdat ik in Ankara was opgegroeid en een sociaal leven gewend was, probeerde ik mezelf te laten accepteren in plaats van me alleen maar aan te passen.” Ondanks de taalbarrière en culturele verschillen vond hij zijn weg dankzij zijn passie voor ambachtelijk werk. Hij begon met het naaien van dekens, een vaardigheid die hij al in Turkije had opgedaan. Dit was niet alleen een bron van inkomsten, maar groeide uit tot een ware passie.
Zijn eerste baan in België was op een bouwplaats. Zonder kennis van het Frans of een andere taal moest hij zichzelf alles aanleren. Toch wist hij zich snel te bewijzen. “Mijn eerste baan was op een bouwplaats. In het begin deed ik eenvoudige klusjes, maar ik ontwikkelde mezelf snel. Op een dag besloten mijn bazen mij belangrijkere taken toe te vertrouwen. Mijn succes in mijn werk heb ik te danken aan de inzet en werklust van de Turkse gemeenschap.”
Rahman bleef trouw aan zijn ambachtelijke roots en bracht de kunst van het dekennaaien naar België. Destijds was er veel vraag naar Turkse dekens, en hij begon nieuwe stijlen en ontwerpen te ontwikkelen om deze kunst levend te houden. Zijn creativiteit en doorzettingsvermogen zorgden ervoor dat hij niet alleen financieel succesvol werd, maar ook een brug sloeg tussen de Turkse en Belgische gemeenschappen.
Naast zijn passie voor ambachtelijk werk, had Rahman altijd een bijzondere interesse in antiek. “Mijn interesse in antiek begon in Turkije. Ik hield ervan om oude koffiemachines, platen en handgemaakte objecten te verzamelen. Ook in België zette ik deze hobby voort. Tijdens de pandemie heb ik mijn collectie opnieuw geordend en uiteindelijk besloot ik in mijn geboortedorp Tosunlu een museum te bouwen om mijn verzameling tentoon te stellen. Antieke voorwerpen brengen het verleden naar het heden en dit is voor mij een manier om een verbinding te maken.”
Zijn levensverhaal is een getuigenis van veerkracht, hard werken en het belang van culturele identiteit. Hij wil de jonge generaties in België een boodschap meegeven: “Mijn belangrijkste boodschap is eerlijkheid en hard werken. Waar we ook wonen, we mogen onze eigen cultuur niet vergeten. We moeten de waarden van Turkije levend houden en anderen tot voorbeeld zijn. We moeten elkaar steunen en onze kinderen met liefde opvoeden. Onthoud: als we de kleintjes met liefde grootbrengen en de ouderen met respect behandelen, bouwen we een sterke gemeenschap op.”
Met deze woorden sluit Rahman Çolak zijn inspirerende verhaal af. Zijn reis van een klein dorp in Trabzon naar een gevestigd leven in België is niet alleen een persoonlijk succesverhaal, maar ook een weerspiegeling van de kracht en doorzettingsvermogen van een hele generatie migranten. Zijn nalatenschap leeft voort, niet alleen in de dekens die hij naaide of de antieke voorwerpen die hij verzamelde, maar vooral in de boodschap van hoop en vastberadenheid die hij doorgeeft aan de volgende generaties.
Belçika'ya göçün 60. yılı vesilesiyle, tarihimizin önemli bir dönüm noktasını anmak ve ilk nesillerin yaşadığı deneyimleri belgelemek amacıyla başlattığımız röportaj serimiz devam ediyor. Bu özel çalışmada, Türkiye'den Belçika'ya göç eden ilk nesil göçmenlerin hikayelerine yakından tanıklık ediyoruz.
Bu hikayeler, yalnızca bir topluluğun değil, aynı zamanda bir dönemin, bir mücadele ruhunun ve insanlık tarihinin parçasıdır. Her bir röportaj, göç hikayelerinin ortak insani bağlarını ve kültürlerarası bir köprünün nasıl inşa edildiğini gözler önüne seriyor. Bu Röportajımızın konuğu ise Trabzonlu Rahman Çolak,
1958 yılında Trabzon'un Maçka ilçesi Tosunlu köyünde dünyaya geldim. İlkokul yıllarımı köyde geçirdim. Daha sonra ilkokulu bitirdikten sonra dayım beni Ankara'ya götürdü. Babam, 1964 yılında Türkiye'den Belçika'ya işçi olarak gitmişti. Kömür madenlerinde çalışmak için ülkeler arasında yapılan bir anlaşmayla Belçika'ya yerleşti.
Yaklaşık dört ya da beş yıl sonra, ailemizi de yanına almak için geri döndü. Bu süreçte ben Ankara'da dayımın yanında kaldım. Şimdi dönüp düşündüğümde bu benim için çok iyi bir fırsat olmuş. Meslek sahibi oldum, hem de çalışmayı öğrendim. Çocuk yaşta çıraklık yaptım. Çıraklık yapmak gerçekten çok büyük bir nimettir.
1974 yılında, Kıbrıs Barış Harekatı'nın olduğu dönemdi. Ağustos ayında babam, o dönemin ünlü Volkswagen Tosbağa otomobiliyle geldi ve beni Belçika'ya götürdü. Yolculuk sırasında bize Düzceli Necati amcamız da bize eşlik etti. 17 yaşında bir gençtim, heyecanlıydım ve yeni bir ülkeye adım atacak olmanın merakı içindeydim.
Açıkçası zor bir süreçti. Ama Ankara'da büyüdüğüm ve biraz daha sosyal bir ortamda yetiştiğim için uyum sağlamaya çalışmak yerine, çevremdekilere kendimi kabul ettirmeye çalıştım. El sanatlarına olan ilgimden dolayı yorgan dikmeye başladım. El emeği göz nuru işler yaptım. Bu benim için sadece bir geçim kaynağı değil, aynı zamanda bir tutku haline geldi.
Elbette, birçok anım var. 17 yaşında delikanlı bir genç olarak Belçika'ya geldim. Ne Fransızca biliyordum ne de başka bir dil. Kendi kendime öğrenmek zorunda kaldım. İlk işim bir inşaat şantiyesindeydi. Başlarda basit işlerde çalıştım ama kısa sürede kendimi geliştirdim. Bir gün ustalarım beni daha önemli görevlere layık gördüler. İşimde başarılı olmamı, Türk insanının azmi ve çalışkanlığına borçluyum. Rahman Çolak: Evet, bu benim hayatımın önemli bir parçası oldu. Türkiye'de öğrendiğim yorgan dikimi sanatını Belçika'ya da taşıdım. O dönemler Türk yorganlarına talep vardı. Model ezberlemek, onları yeniden tasarlamak ve bu sanatın devamlılığını sağlamak için elimden geleni yaptım.
Antika eşyalara olan ilgim Türkiye'de başladı. Eski kahve makineleri, plaklar ve el yapımı objeler gibi şeyleri toplamayı çok sevdim. Belçika'da da bu merakımı sürdürdüm. Pandemi döneminde evde kaldığım süre boyunca bu koleksiyonlarımı düzenledim. Köyüm Tosunlu'da bir müze inşaa edip, koleksiyonlarımı oraya taşıdım. Antika eşyalar geçmişi bugüne taşır ve bu, benim için bir bağ kurma yöntemidir.
En önemli mesajım dürüstlük ve çalışkanlık. Hangi ülkede yaşarsak yaşayalım, kendi kültürümüzü unutmamalıyız. Türkiye'nin değerlerini yaşatmalı ve başkalarına örnek olmalıyız. Birbirimize destek olmalı, çocuklarımıza sevgiyle yaklaşmalıyız. Unutmayın, küçükleri sevgiyle büyütürken büyükleri övgüyle onurlandırmalıyız.