MUHİTTİN DURSUN - Heusden-Zolder
Van Turkse dorpen naar een nieuw thuis in België
Muhittin Dursun: Van Turkse Dorpen naar een Nieuw Thuis in België
Muhittin Dursun werd op 15 juni 1940 geboren in het dorp Çaykara, district Suruç in de provincie Urfa, Turkije. Hij was een van de zes kinderen in een boerengezin, waar de harde landbouwarbeid de norm was. "Mijn jeugd bracht ik door in het dorp Çaykara, waar we als gezin hard werkten," vertelt Muhittin. Zijn schooltijd begon in 1950, toen voor het eerst basisscholen in de dorpen werden gebouwd. Hij had geluk: "Slechts in vijf dorpen van ons district werd een basisschool gebouwd, en ik ging naar een van die eerste scholen."
Na de basisschool volgde een middelbare school in een ander dorp, acht kilometer verderop. "Elke ochtend stond ik vroeg op en ging met zes vrienden te voet naar school," herinnert Muhittin zich. De reis was zwaar, vooral in de winter, maar het was de enige manier om onderwijs te krijgen. Van de zes vrienden die hij aanvankelijk had, bleven alleen hij en zijn vriend Necati Çelik over; de anderen gaven het op door financiële moeilijkheden.
In 1961, na zijn middelbare school, werd hij opgeroepen voor de militaire dienst. "Een van mijn herinneringen is dat de hoofd van de generale staf kwam inspecteren. Hij vroeg ons: 'Wie kan mij uitleggen hoe transport wordt uitgevoerd?' Na mijn antwoord kreeg ik onmiddellijk de rang van sergeant." Muhittin voltooide zijn militaire dienst als administratief sergeant en keerde daarna terug naar zijn dorp. Het leven op het platteland was echter moeilijk, en hij besloot naar een ontwikkelde stad in het westen van Turkije te verhuizen.
Zijn leven nam echter een andere wending toen hij besloot naar het buitenland te gaan om geld te verdienen. "Mijn vrouw werd ziek, en we hadden niet genoeg geld voor de dokter," zegt hij. "Omdat hij een bekende was, kon hij ons helpen." Na dit voorval besloot Muhittin zich in te schrijven bij het Arbeids- en Werkloosheidsbureau in Urfa om te werken in het buitenland. "Mijn schoonvader had een hotel in Iskenderun, dus we verhuisden daarheen," vertelt hij. Uiteindelijk zou hij naar België gaan, omdat er daar een vraag was naar arbeiders.
Op 1 oktober 1965 arriveerde Muhittin in België. De reis was lang, met een tussenstop in verschillende Europese steden, maar uiteindelijk kwam hij aan in Brussel. "We vlogen met een propellervliegtuig van Ankara naar Brussel, en het vliegtuig stopte onderweg in Sofia, Belgrado, München voordat we eindelijk in Brussel aankwamen," vertelt hij. Na aankomst werd hij naar de Blegny à Trembleur mijn in de regio Liège gestuurd, waar hij zijn werk begon.
Zijn eerste ervaring in België was zwaar. "We verbleven in barakken die door de Duitsers tijdens de Tweede Wereldoorlog voor Russische krijgsgevangenen waren gebouwd," herinnert Muhittin zich. "We sliepen met vier man in een kamer." Na ongeveer zes maanden kreeg hij gezondheidsproblemen door ondervoeding. "Ik had geen vlees gegeten omdat ik moslim ben en geen niet-halal vlees eet," zegt hij. De artsen adviseerden hem om vis of kip te eten om zijn gezondheid te verbeteren.
De omstandigheden in de mijnen waren moeilijk, maar Muhittin besloot niet op te geven. Na een tijdje besloot hij van werkplek te veranderen naar de Cheratte mijn in Liège, waar hij betere werkomstandigheden vond. "De nieuwe barakken waren moderner, er waren centrale verwarming, wasfaciliteiten en warme douches," vertelt hij.
In de loop der jaren verbeterde Muhittin’s situatie. Hij begon deel te nemen aan sociale activiteiten zoals stakingen en leerde Frans. "Mijn vrienden plaagden me, ze zeiden: 'Als je Frans goed leert, word je misschien priester'," lacht hij. Zijn inspanningen werden beloond toen hij slaagde voor het sociale delegee-examen georganiseerd door de Turkse ambassade. Gedurende de volgende tien jaar was hij sociaal delegee. Daarna opende hij een winkel waar hij vliegtickets en buskaarten verkocht.
Het leven in België bood Muhittin en zijn gezin uiteindelijk stabiliteit. Zijn kinderen werden in België geboren, kregen een goede opleiding en bouwden een succesvol leven op. "Ik zou willen dat ze nog meer zouden profiteren van de mogelijkheden die België biedt," zegt Muhittin. Zelf besloot hij zijn leven in België voort te zetten, omdat hij zich er thuis voelde. "Ik denk dat het logisch is om hier te blijven," zegt hij.
Muhittin is nu 85 jaar oud, en hoewel hij zijn wortels in Turkije niet vergeet, beschouwt hij België als zijn thuis. "Mijn kinderen en kleinkinderen zijn hier geboren, we hebben een gelukkig leven opgebouwd, en ik wil hier mijn laatste rustplaats vinden," zegt hij met een glimlach. Terwijl hij terugkijkt op zijn leven, is Muhittin trots op wat hij heeft bereikt. "Dit is mijn thuis geworden, en ik ben dankbaar voor de kansen die België me heeft gegeven."
MUHİTTİN DURSUN
Ben 15 Haziran 1940 yılında Urfa ilinin Suruç kazası Çaykara köyünde dünyaya gelmişim.
Çocukluğum Çaykara köyünde geçti. Ben bir çiftçi ailenin 6 çocuğundan biriydim. 1950 yılında köylere okullar yapılmaya başlanmıştı. Suruç kazasının sadece nüfusu kalabalık olan 5 köyüne ilk okul yapılmıştı. Benim de o ilk yapılan okullardan birinde ilk okul okuma şansım oldu.
İlk eğitimi bitirdikten sonra köyümüze 8 km uzaklıkta bulunan bir orta okula başladım. Sabahleyin erkenden kalkıp, yaya olarak 6 arkadaşım ile birlikte okula giderdim. Bu 6 arkadaştan zamanla okulda sadece arkadaşım Necati Çelik ve ben kalmıştık. Diğerleri maddi imkansızlıklar nedeniyle okulu bırakmışlardı. Özellikle kış aylarında okumak çok zordu. Okulun bulunduğu yerde bir oda kiralamıştık. O arkadaşlarımın ailelerinin imkânı olmadığı için masrafları karşılayamadılar ve biz okulu takip eden 2 kişi kalmıştık.
1961 yılında ise askere gittim. Askerlikte şöyle bir hatıram var. Genel Kurmay Başkanı askeri birlikleri teftiş için gelmişti. Bize ‘’Siz şu anda Ulaştırma Okulundasınız. Ulaştırma nasıl ve hangi şekillerde yapılır, bunu kim izah edebilir’’ diye sordu. Verdiğim cevap üzerine bana hemen çavuş rütbesi takılması emri verildi. Ayrıca bir rütbe daha verdiler. Askerliği Yazıcı Çavuş olarak tamamladım.Askerlikten terhis oldum ve tekrar köyüme döndüm. Köy hayatına adapte olmam zor oluyordu. Böylece batıya gelişmiş bir şehire gitme kararı aldım.
Bizim gençliğimizde başlık parası vardı. Ben bekar olduğum zaman şimdiki eşimi görüp sevmiştim. Ama çok yüklü başlık parası isteniyordu. Ben akraba olunca indirim yaptılar ve 5 bin tl başlık parası vererek evlendim. O zamanlar 5b in tl ile bir Ferguson traktör alınıyordu.
Evlendikten bir süre sonra eşim hastalandı. O zaman doktora paramız yetmemişti. Doktor tanıdık olduğundan bizi idare etmişti. Ben bu olaydan sonra hemen çare aramaya başladım ve para kazanmak için yurtdışına gitmeye karar verdim.
Urfa’da yurt dışına çalışmaya gitmek için İş ve İşçi Bulma Kurumuna giderek kayıt yaptırdım. Kayın pederim İskenderun’da Otel işletiyordu. Bizde İskenderun’a taşındık. Orada benden sonra yazılanların Almanya’ya işçi olarak gönderildiklerini duydum. Tekrar Urfa’ya giderek dosyamın durumunu sordum. Dosyama baktılar ve bana 2 defa mektup gönderildiği anlaşıldı. Ben köyde olmadığım için mektup bana ulaşmamıştı. Haberim olmayınca davete gidemediğimden benim yerime başkaları yurt dışına gönderilmişti.
Ben orada memurlara ‘’imkân varsa beni mutlaka gönderin, işe, çalışmaya, para kazanmaya çok ihtiyacım var’’ dedim. Bana orada Belçika’da talep var dediler. Hemen kabul ettim. Bana ‘’Belçika Almanya gibi değil, orada yer altında çalışacaksınız’’ dediler. Ben ise ‘’ne olursa olsun, beni gönderin, madenci olarak Belçika’ya gitmeyi kabul ediyorum’’. Böylece hemen dosyamı hazırladılar. İki ay sonra davet mektubum verdiğim adrese geldi. Böylece pasaport işlemleri ve gerekli dosyaları hazırladım.
Ankara’da sağlık kontrollerinden geçirildik. Kontrollerden sağlam çıktık. Belçika’ya gelişim ise 1 Ekim 1965 yılında oldu. Biz Ankara’dan Belçika’ya pervaneli bir uçakla geldik. Ankara’da akşam saat 17.00’de uçağa binmiştik, Brüksel’e ertesi gün sabah 06.00’da varabildik. Uçak Ankara’dan kalktı Sofya’ya indi, oradan hareket etti Belgrad’a indi, oradan Almanya’nın Munich şehrine ve ondan sonra Brüksel’e gelebildi. Sonradan bize uçağın her seferinde benzin ikmali yapması gerektiği söylenmişti.
Bizi Belçika’da Türkiye Cumhuriyeti Brüksel Büyükelçiliği Çalışma Müşaviri Nuri Özer karşılamıştı. Hava alanında her maden ocağına ne kadar işçi lazım ise belirlenip orada taksim ediliyorduk. Blegny à Trembleur madene gittik.
Belçika’da ilk geldiğim yer Liege Bölgesinde bulunan Blegny à Trembleur kasabası oldu. Burada ikinci dünya savaşından kalma barakalarda kaldık. Bu barakaları Almanlar Rus esirler için yaptırmış. İki katlı karyolalar vardı. Bir odada 4 kişi kalıyorduk.
Henüz 6 ay kadar çalışmıştım. Bir defasında çok kötü hastalandım. Beni hastaneye kaldırdılar. Vize hastanesinde tedavi altına alındım. O zamanlar dil bilmiyoruz, neyimiz var diye soramıyoruz. 2 gün sonra bir Yunanistan kökenli Türkçe bilen bir tercüman getirdiler. Tercüman hem Fransızca’yı hem de Türkçe’i çap pat konuşuyor. O zamanlar öyleydi. Tercüman bana; ‘’kamarad sen et yemek yok, kanında hiç demir yok, sen böyle kaldı, 6 ay öldü’’ dedi. Yani böyle devam eder et yemezsen 6 ay içinde demir eksikliğinden ölürsün demek istedi. Bana ‘’niçin et yemiyorsun’’ diye sordular. Ben de ‘Müslümanım, ben Müslümanların kesmediği eti yemem’’ dedim. O zaman bana ‘’balık ye, tavuk eti ye, mutlaka et yemen lazım, yoksa vücudun iflas eder ölürsün’’ dediler.
Hastanede bir hafta tedavi gördükten sonra taburcu edildik. Maden Ocağının bulunduğu Blegny à Trembleur kasabası tam bir mahrumiyet bölgesi. Orada balık eti, tavuk eti nasıl buluruz diye araştırmaya başladık. Benim için en iyi çözümün tavuk eti olacağı kararına vardım. Bu arada bir yerden diğer yerlere gitmek üzere bir bisiklet aldım. Bisiklet ile diğer köylere giderek tavuk satın almaya başladım. Böylece hem biz et yemeye başladık, hem de daha fazla tavuk eti alıp kesiyor ve satıyorduk.
Bu arada belli bir zaman sonra iş yerini değiştirmek istedik. O zamanlarda maden işçisi olarak gelenlere B kartı veriliyordu. Bu kart ile 5 yıl boyunca maden işçiliğinden başka bir iş kolunda çalışamıyordun. İşverende bu statüde olanlara iş veremiyordu.
Bizde Blegny à Trembleur kasabasından Liege Cheratte maden ocağına gelmiştik. Orada da Urfalı işçiler vardı. Orada bulunan işçiler daha iyi ortamda çalışıyorlardı. Kaldıkları yer daha moderndi. Orada kaldıkları yerde kalorifer vardı. Çamaşırlarını yıkayan bir yer vardı. Sıcak suları ve banyo yerleri, vardı. Orayı görünce kararımı verdim, sonuçları ne olursa olsun Cheratte maden Ocağında çalışma kararı almıştım. Cheratte Maden Ocağına iş başvurusunda bulundum. Bana ancak 2 hafta sonrası olabilir dediler. Çünkü bizim Belçika’ya gelişimizin masrafları o maden ocağı karşılamış. 1 yıl tam olarak orada çalışmamız gerekiyormuş. Bende 2 hafta dolduktan sonra Chratte’ta geldim.
Belçika’da daha ilk aylardan itibaren karşılaştığım duyduğum aktivitelere katılıyordum. Grevler oluyordu, toplantılar yapılıyordu karşılaştığım toplumsal buluşmaları takip ediyordum. Bu arada iyi derecede Fransızca öğrenmeye çalışıyordum. Benim bu durumumu gören arkadaşlarım bana; ‘’Fransızca’yı iyi öğren, günü geldiğinde buraya Papaz olursun’’ diyerek bana takılıyorlardı. Sonra belli bir seviyeye geldiğimde orada 2 yıl sosyal delegelik yaptım.
Büyükelçilik çalışma Müşavirliğine bir sosyal delege ihtiyacı olduğu duyurusu yapıldı. Bu konuda bir imtihan yapılacaktı. Bende müracaatta bulundum. Aslında pek kazanma umudum yoktu. İmtihana yüz civarında aday katılmıştı. Eleme 3 gün devam etti. En son 10 kişi kalmıştık. Bize bir yazı verdiler ve çeviri yapmamızı istediler. Türkçe Fransızca, Fransızca Türkçe çeviriler yaptık. Sonra da bir dilekçe yazmamızı istediler. Çünkü sosyal delege olarak görev yapanların gittikleri yerde görev yaptıkları bölgede gördüklerini rapor halinde Büyükelçiliğe sunmaları gerekiyordu.
Çalışma Müşaviri Nuri Özer benim yazılarımı görünce Muhittin Dursun kim diye sordu. Askerlikte ne yaptığımı sordu. Yazdığım yazılar onun dikkatini çekmişti. Yazdığım yazıları ancak istidacılar, Arzuhalciler yazabiliyordu. Askerlik döneminde Yazıcı çavuş olarak görev yapmanın avantajını burada görmüş olduk. Bana sadece biraz daha Fransızca çalışmam gerektiğini söyledi.
Sonunda 10 kişiden 3 kişi seçtiler. Ben 1 numaraydım Bir hafta içinde kararımızı vermemiz gerekiyordu. Brüksel’den tekrar Cheratta’ta geri döndüm. Kaldığım lojmana geldiğimde haber duyulmuştu. O zamanlar çalışan Türkler burada bekar hayatı yaşıyorlardı. Hepsi kısa zamanda para kazanıp Türkiye’ye geri dönmeyi düşünüyorlardı. lojmanda çoğunluk Trabzon’lulardı. Nedim şenel diye Trabzonlu biri vardı. Hani cezaevlerinde koğuş ağası vardır, o da lojmanda hatırı sayılır, sözü dinlenir biriydi. Trabzonlu Nedim Şenel bana dönüp, ‘’ha Uşağum sen Delege mi Olacaksun’’ dedi. Ben de imtihana girdiğimi ve kazandığımı söyledim. Ama orada çalışmaya pek niyetli olmadığımı söyledim. Bana niye diye sorunca ben de ‘’İyi para vermiyorlar, maaşı az’’ dedim. Bana ne kadar az deyince ben de 2 bin frank daha az dedim. Bana kızdı ve ‘’ben senin ağz… ederim, imtihanı kazanımşsın, gitmeyeceksin, sen bugünün tavuğu olacağına geleceğin horozu ol’’ dedi. ‘’Ben senin o eksik dediğin parayı vereceğim, sen de o görevi kabul edeceksin’’ deyince bizim kararımız kesinleşmiş oldu.
Sosyal Delege olarak 10 yıl çalıştım. Sonra şartlar gereği işimizi değiştirdik ticarete atıldık. Önce bir bakkal dükkânı açtım. Turizm alanında uçak biletleri, otobüs biletleri sattım. Yaş 65’i bulunca emekli oldum. Şimdi ise 85 yaşındayım.
Sosyal Delege olarak ilk yıllarda Liege Bölgesinde görev yaptım. Ancak Belçika’da Türk toplumunun en yoğun olarak çalıştığı iş yeri Zolder Maden ocağıydı. Bana görevli olarak daha sonra Zolder’de ikamet etmemi şart koştular. Zolder Maden Ocağı Türk Maden İşçileri olmak üzere Limburg Bölgesinde diğer maden ocaklarında çalışan işçilere hizmet sunacaktım. Burada Valentinus straat 50 Heusden-Zolder adresinde bir lojmanda kaldım. 3 ay sonra ise Türkiye’ye giderek eşimi buraya getirdim.
O zamanlar burada pek kiralık şahıs evleri yoktu. Kiralık evlerin çoğu maden ocağının kendi personeli ve işçileri için yapılmış evlerdi. Eşim gelince lojmandan ayrılıp bir arkadaşımın evinde bir odada kaldım. Onun çocukları çoğalınca başka bir ev aramaya başladım. Bu arada Maden Yönetimine lojman konusunda müracaat ettim Bana Zolder-Lindeman semtinden bir ev verdiler ve oraya eşimle yerleşmiş olduk.
Benim çocuklarımın hepsi Belçika doğumludurlar. 3 kız, 3 oğlan 6 çocuğum var. Benim Belçika’ya geldiğimi zaman eğitimiz oranında belli bir seviyeye geldik. İlk yaptığımız iş maden işçiliği oldu. Çocuklarımın burada en iyi eğitimi almaları için çok çalıştım. Elbette hepsinin şimdi işi düzeni var, her şeyleri var. Ancak ben onların Belçika’da sunulan imkanlardan daha çok yararlanmalarını isterdim. Bu ülke adeta bir fırsatlar ülkesi. Çocuklarımdan sadece son iki çocuğum yüksek okul mezunu oldular. Diğerleri ise Belçika’da her çocuğun takip etmesi gereken mecburi eğitimi tamamlamış oldular.
Eskiden özellikle ikinci nesilde evliliklerin bir tarafı Türkiye’den oluyordu. Ancak zamanla bu evliliklerin çoğunda sorunlar yaşandı. Özellikle uyum ve kültür farkı, anlayış farkı sorunu oluyordu. Çoğu mutsuz oluyor, kavga ediyor ve ayrılıyorlardı. Üçüncü nesi bu tür evliliklerden vazgeçti. Şimdi burada aynı statüde aynı bölgede kimi seviyorsa onunla evlenmeye başladı.
Her Türk işçinin Belçika’ya gelirken bir geliş sebebi ve hayalleri vardır. Elbette benim de düşüncelerim vardı. Burada çalışırken her şeyden kısıp mümkün olduğu kadar para biriktirip geri dönmeyi düşünüyorduk. Bir gün yeterli birikim olunca Türkiye’ye geri dönüp bir yatırım yapıp orada yaşamaya devam etmeyi planlıyorduk. Türkiye’de ev yaptırdım, tarla aldım. Ha bu sene, ha öbür sene derken yıllar birbirini kovaladı ve biz bir türlü geri dönemedik. Geçtiğimiz yıl yılarca dişimden tırnağımdan biriktirdiğim paralarla satın aldığım arazi, gayri menkul ne varsa hepsini sattım.
Buraya zamanla alışmıştık. Bir de memleketin gelişmediğini gördüm. Ben şahsen zamanla düşünce ve yaşam anlayışı açısından aile olarak değiştiğimizi ancak memleketin insanlarının yerinde saydığını ve aramızda ciddi bir ayrışım oluştuğunu fark ettim. Bundan dolayı artık bizim geri dönüp o eski hayatımızın olduğu yerde bir düzen koyup yaşamanın mümkün olmadığını fark ettim. Bundan dolayı hayatımın geri kalanını da burada çocuklarımın yaşadığım ülkede devam ettirme kararı verdim.
Burada kurulan dernekler zamanla insanlara hizmetten daha ziyade ayrımcılığa neden oldular. En çok dini motifli dernekler bölünmeye sebep oldular. İşte Süleymancılar, Menzilciler, Diyanetçiler gibi daha birçok kitle oluştu. Bunların hepsi kendilerinin en doğru adres olduğunu iddia ettiler. Hem dini hem de siyasi açıdan farklı düşünenler birbirlerini diğeri ilan ettiler. Buralarda kurulan dernekler maalesef insanları bir araya getiren sorunları çözen, birliği, kardeşliği pekiştiren bir rol üstlenmekten ziyade insanları ayrıştıran birbirinden uzaklaştıran kurumlar oldular.
Bundan 20 yıl önceydi oğlum bir ırkçı saldırı ile karşılaştı. Oğlumun okulda bir Belçikalı arkadaşı vardı. Okulda tartışmışlar. Orada iki kişi olup oğluma saldırıyorlar. Oğlum epey darbe almıştı. Oğlum kavga esnasında kafasına aldığı darbe ile bayılmış. Hastanede tedavi gördü. Sonra oğluma kavganın sebebini sordum. Oğlum bana kendisine pis Türk diye alay ettiklerini, kavganın bu sebeple çıktığını söyledi. Bazen okullarda, işyerlerinde bu tür gerginlikler olabiliyor.
Bizim için artık Belçika’da bir vatan sayılır. Örneğin ben izinde olduğum zaman bile burayı özlüyorum. Buranın düzeni Türkiye’ye göre daha tertipli. Dairelerin düzeni, insan ilişkileri, herkesin hakkına razı oluşu, kimsenin kimseyi hor görmediği bir ortam, temizliği gibi konulardaki farkı yönünden Belçika’yı özlüyorsunuz.
Belçika’da her insana eşit şekilde eğitim şansı veriliyor. Buralarda artık kalıcıyız. Çocuklarımız bu ülkede iş sahibi oldular, buraya yerleştiler. Torunlarımız da buraya doğdular, burada yaşıyorlar. Onların gelecekte bu ülkede huzurlu bir şekilde hayatlarını sürdürebilmeleri için öncellikle kendilerine sunulan imkanları değerlendirip iyi bir eğitim almaları gerekiyor. İyi bir eğitim ve mutlaka iyi bir meslek sahibi olmak gerekiyor. Bu kuralı iyi takip edenler için bu ülkede güzel bir yaşam sahibi olabilirsiniz aksi durumda dünyanın neresinde olursanız olun hayatınız zorlularla geçer.
Belçika’da 60 yıllık bir geçmişimiz var. İnsanlarımızın birçoğu vefat edince Türkiye’de toprağa veriliyorlar. Ancak burada vefat edip burada defnedilenlerde var. Ben kendim için burada toprağa verilmenin daha doğru olacağını düşünüyorum. Benim çocuklarım burada, torunlarım burada, durum böyle olunca en mantıklısı burada toprağa verilmem. Beni götürüp Urfa’nın Suruç İlçesinde çaykara köyünde toprağa verseler, kim gelip mezarımız ziyaret edecek.