OSMAN ENGİN - GENK
Een levensverhaal van werk, strijd en herinnering: het verhaal van Osman Engin
Osman Engin werd geboren op 18 november 1940 in Karasu, een district van Sakarya in Turkije. Zijn jeugd was er een van hard werken op het land, maar ook van avonturen op zee, waar hij als jonge man af en toe betrokken was bij de scheepvaart. Hij vervoerde vracht naar Zonguldak en Istanbul, en werkte verder op het eigen land van zijn familie.
Het was echter een speciale uitnodiging van zijn broer die zijn leven in een andere richting zou sturen. "Tijdens mijn militaire dienst stuurde mijn oudere broer, die in 1963 naar België was gekomen, mij een uitnodiging", vertelt Osman. Nadat zijn militaire dienst erop zat, kreeg hij het papierwerk in orde en vertrok hij naar België. "Na de aanvraag in België kreeg ik een uitnodigingsbrief. Ongeveer 15 dagen later kregen we ons paspoort, gingen we naar Ankara voor een medische keuring en daarna kwam ik naar België."
Bij aankomst in België begon Osman te werken in de Zwartberg Mijn, waar hij de eerste jaren van zijn leven in het buitenland doorbracht. "De eerste jaren waren erg zwaar", zegt hij. De taalbarrière was groot, en Osman verbleef in een kantine met zo'n 1000 andere arbeiders, mensen die eveneens uit verschillende landen naar België waren gekomen om te werken. De communicatie was een uitdaging, maar de aanwezigheid van een Griekse winkelier die Turks sprak, bood enige opluchting. "Omdat ik de taal niet sprak, wees ik de producten aan en liet ik het geld zien", herinnert Osman zich. De winkelier telde het geld en gaf de spullen, wat voor Osman een van de eerste ervaringen van hulp en solidariteit in België was.
Zijn tijd in de mijnen was intens en zwaar, maar Osman kreeg ook andere kansen. Toen de Zwartberg Mijn sloot, werkte hij drie jaar in de Ford autofabriek. Maar het zware fabriekwerk werd hem te veel. "Sommige van mijn vrienden verlieten de Ford fabriek en gingen naar de Zolder Mijn. Ik besloot met hen mee te gaan en begon daar te werken. Ik werkte daar tot 1987."
Zijn werk in België gaf hem niet alleen financiële stabiliteit, maar ook de gelegenheid om een gezin op te bouwen. Osman trouwde en kreeg vijf kinderen uit zijn eerste huwelijk, hoewel hij later zou scheiden. Het tweede huwelijk bracht andere uitdagingen met zich mee, waaronder problemen met de kinderen van zijn tweede vrouw, die hem aanvankelijk niet accepteerden. "De kinderen van mijn tweede vrouw accepteerden me niet als een vaderfiguur toen ze naar België kwamen. Er ontstonden meningsverschillen, en op een gegeven moment moesten we naar de politie", vertelt hij. Uiteindelijk leidde dit tot een scheiding, maar het contact bleef.
In de loop van de jaren kreeg Osman steeds meer spijt van het feit dat hij zijn taalstudies niet serieuzer had opgepakt toen hij voor het eerst in België aankwam. "Ik ging 2-3 dagen naar de taalcursus en stopte toen. Dat was een grote vergissing. Ik heb nu al 60 jaar hier en heb nog steeds moeite met de taal", zegt hij. Dit had gevolgen voor zijn interacties met de Belgische samenleving, want hij zocht vaak tolken om documenten te begrijpen of zaken met de overheid te regelen.
Ondanks de uitdagingen die hij heeft ervaren, is Osman niet bitter over zijn leven in België. "Ik heb nooit racisme ervaren in België. Ik had vrienden van verschillende nationaliteiten: Italianen, Belgen, Grieken, Spanjaarden", zegt hij. De diversiteit van zijn werkomgeving, vooral in de mijnen, leerde hem dat culturele verschillen geen obstakels hoefden te zijn voor vriendschap en samenwerking.
De vraag of hij ooit zou terugkeren naar Turkije, zijn geboorteland, heeft Osman vaak beziggehouden. "Ik heb vaak nagedacht over het idee om permanent terug te keren naar Turkije. Soms bleef ik er langere tijd, maar we zijn inmiddels gewend aan België, en Turkije is niet meer hetzelfde als vroeger." Het dorp waar hij vandaan kwam, was ooit klein en vertrouwd, maar is nu veranderd. De mensen die hij ooit kende, zijn verhuisd of ver weg, en de familieleden die hier zijn begraven, zullen voor altijd verbonden blijven met België.
"Mijn kinderen en kleinkinderen moeten hun Turkse identiteit behouden", zegt Osman met overtuiging. Hij benadrukt het belang van het vasthouden aan de cultuur en de taal, en hoewel hij met zijn eigen kinderen soms moeite heeft om zijn ideeën over te brengen, steunt hij de wens van zijn Vlaamse schoondochter om Turks te spreken. "Mijn schoondochter is Belgisch, maar zij hecht meer waarde aan het Turks dan mijn eigen kinderen", zegt hij trots.
Uiteindelijk, als Osman aan zijn leven terugdenkt, weet hij wat hij het meest verlangt: "Als ik sterf, wil ik dat ze me naar mijn dorp in Turkije brengen. Mijn ouders liggen daar begraven, evenals mijn overleden broers. Ik ben een kind van die grond. Laat me begraven worden naast mijn broers."
Osman Engin's verhaal is er een van doorzettingsvermogen, aanpassing en het vinden van een nieuwe identiteit in een vreemd land. Terwijl hij de uitdagingen van het leven in België heeft overwonnen, blijft zijn verbinding met Turkije diep geworteld, met een sterke nadruk op familie, cultuur en taal.
OSMAN ENGİN
GENK
Ben Sakarya’nın Karasu İlçesinde 18 Kasım 1940 yılında doğdum.
Memlekette kendi arazimizde çalışıyorduk. Karasu’da ara sıra gemicilik yapıyordum. Zonguldak ve İstanbul’a gemi ile yük taşıyorduk. Diğer zamanlarda köyde kendi işimizde çalışıyordum.
Ben Belçika’ya Özel Davet İle Geldim
Ben askerliğimi yaptığım dönemde ilk önce benim ağabeyim 1963’te iş ve işçi bulma kurumu aracılığıyla Belçika’ya gelmişti. O zamanlar yapılan anlaşmalara göre soy ismi tutanlara istek yapılıyordu. Ben askerlik görevini tamamladıktan sonra ağabeyim bana istek gönderdi. Bana Belçika’da ağabeyimin müracaatı sonrası davetiye geldi. Davet evrakı ile iş bulma kurumuna gittim ve işlemler başlatıldı. Bir 15 gün sonra pasaport aldık, Ankara’ya giderek sağlık muayenesinde geçtik ve böylece Belçika’ya geldim.
Zwartberg Maden Ocağında Çalıştım.
Belçika’da daha çok maden ocaklarında çalıştım. İlk işim Zwartberg Maden Ocağı olmuştu. Orası kapanınca Ford Araba Fabrikasında işe başladım. 3 yıl kadar Ford Fabrikasında çalıştım. Fabrika işçiliği bana çok ağır geldi. Bazı arkadaşlarım da Ford fabrikasını bıraktılar ve Zolder Maden Ocağına gittiler. Ben onlarla bileklikte oraya giderek iş başı yaptım. 1987 yılına kadar Zolder Maden Ocağında çalıştım. Toplam 30 yıl yıl Belçika’da işçiliğim oldu. Ancak bazı yıllar yarım çalıştığımız için ne olarak 24 yıl işçiliğim emeklilik konusunda dikkate alındı.
Elimi Açıyordum, Parayı Sayıp Alıyordular.
Belçika’da ilk yıllar çok zor geçti. Hiç dil bilmiyorduk. Burada işçi kantinlerinde kalıyorduk. Benim kaldığım yerde bin civarında işçi vardı. Benim kaldığım kantine yakın bir Yunan bakkalı vardı. İş yeri sahibi Türkçe biliyordu. Yiyecek içecek ihtiyacımı oradan görüyordum. Dilimizi bilmeyen bir yerden alışveriş yapacağım zaman önce malzemeyi gösteriyordum sonra elimde olan parayı açıp gösteriyordum. Oradan aldığım şeyin parası kendileri sayıp alıyorlardı.
Zamanla buraya alıştık. Burada çok fazla Türkiye’den gelen insan vardı. Kahveler açtılar, bakkallar açıldı, lokantalar açıldı, zamanla her şeyimiz oldu.
Belçika’da Hiç Irkçılıkla Karşılaşmadım.
Ben şahsen burada herhangi bir ırkçılık gibi bir durumla karşılaşmadım. Maden Ocağında İtalyan, Belçikalı, Yunan, İspanyol her türlü milletten arkadaşım oldu. İşyerinde, sokakta y da herhangi bir yerde bir sorun yaşamadım.
Benim Ehliyetim Olmadı.
Buradan memlekete 5 sefer arabayla izine gittim. Benim ehliyetim yoktu. Arabayı çocuklar kullanıyordu. Belçika’dan eski model arabalarla yola çıkıyorduk. Arabalar yollarda arıza yapıyordu. Özellikle Yugoslavya’da çok sıkıntı yaşıyorduk. Bazen 10 günde Türkiye’ye zor varıyorduk. Aradan yıllar geçince artık çocuklar yeni arabalara binmeye başladılar. Zamanla çocuklar benden ayrıldılar. Evlenip kendi yuvalarını kurdular. Ben şimdi yalnızım ve artık uçakla memlekete gidiyorum.
Benim Başımdan İki Evlilik Geçti.
İlk evliliğim 30yıl sürdü. Sonra eşimle anlaşmazlığa düştük ve ayrıldım. Ayrıldıktan sonra 10 yıl kadar yalnız yaşadım. Çocuklarımın en büyüğü kız, o Türkiye’de doğdu. 6 aylık iken Belçika’ya geldi. İlk eşimden olan diğer 4 tanesi Belçika doğumlular.
İlk eşimden ayrıldıktan sonra bazı tanıdık aracılar bana bir eş adayı buldular. Kendisi eskiden buradaymış, Türkiye’ye temelli gitmiş sonra tekrar kaçak Belçika’ya gelmiş. Aracılar bizi buluşturdular. Konuştuk anlaştık ve evlendik. Burada 5 yıl boyunca oturum alamadı. Genk belediyesi aramızda yaş farkı olduğu için önce izin vermedi. Bu arada 1 çocuğumuz oldu, 5 yıl dolunca belediye gerekli oturum iznini eşime verdi. Türkiye’de kendisinin de 2 kızı vardı. O da evlenmiş ayrılmış, burada oturum alınca onları buraya getirdi.
İkinci Eşimin Çocukları Beni Kabullenmediler.
İkinci eşimin çocukları buraya gelince beni bir baba gibi kabullenmediler. Aramızda anlaşmazlıklar çıkmaya başladı ve bir gün karakola düştük. Polis beni evden uzaklaştırdı. Bir şekilde görüşüyor konuşuyoruz ancak artık birlikte yaşamıyoruz. Ondan olan 17 yaşında bir çocuğum var, onunla birlikte kalıyor. Resmi olarak henüz boşanmadık ama bir arada yaşamıyoruz. İlk hanımda 5 çocuğum vardı, biri rahmetli oldu, yeni hanımdan ise 1 çocuğum var.
Ben Çocuklarımı İstediğim Gibi Yetiştiremedim.
Cahillik var, dil bilmemezlik var gücüm onları olması gerektiği gibi yetiştirmeye yetmedi. Türkiye’den buraya gelen ilk işçilerin kafasında en fazla 3 yıl çalışıp gitmek vardı. Kimse burada uzun yıllar çalışmak zorunda kalacağını düşünmüyordu. Bir traktör, ya da bir tarla parası yeter diyen birçok insan vardı. Biz burada bizden önce kelmiş olan İtalyanlarla, Yunanlarla konuşuyorduk, onlar bize 20-30 yıldan beri buradayım dediklerinde biz onlara ‘siz delisiniz, nasıl bunca zamandır burada kalabildiniz’’ derdik. Bize göre onların burada uzun yıllar kalmaları çok tuhafımıza gidiyordu.
Dil Kursuna 3 Gün Gittim Ve Bıraktım, Şimdi Çok Pişmanım.
Burada dil konusunda bize çok imkân sunuldu. Mesela dil kursları açtılar. Ben 2-3 gün gittim sonra bıraktım. Hiç iyi yapmadım. Ben 60 yıldır buradayım halen dil konusunda zorluk çekiyorum. Normalde birçok benim emsalimin evinde çocukları tercümanları oluyor. Benim çocuklarım benden ayrı oldukları için ben yalnızım ve dil konusunda zorluk çekiyorum. Bir evrak gelse ya da resmi dairede bir işim olsa hep bir tercüman arıyorum. Okula düzenli gitmeyip iyi derecede dil öğrenmediğim için halen çok pişmanlık duyuyorum.
Ali Hocamdan Allah Razı Olsun.
Burada benim memleketimden fazla insan yoktu. Benim tanıdığım 4 ya da 5 hane vardı. Bizim geldiğimiz yıllarda bir Adapazarlı Ali Özer Hocamız vardı. O şimdi rahmetli oldu. Resmi İmam falan değildi ama Kur’an bilgisi vardı. Kendisi ile çok samimiydik. O bizi camiye gitmeye teşvik etti. Bize çok faydası oldu. 5 vakit namaza gitmesek bile cami ile barışık bir hayatımız oldu. Allah ondan razı olsun. Ali Hocamızın çocuklarıma da çok katkısı oldu. Çocuklarım dinleri ile alakalı her şeyi ondan öğrendiler.
Cabbar Başkan Bir Tanedir.
Ben boş zamanlarımda sporu, futbol seyretmeyi çok severim. Kendim futbol oynamadım ama İyi bir Turkse Rangers taraftarıyım. Turkse Rangers’ta çok başkanlar geldi geçti ama Cabbar Başkan bir tanedir.
Temelli Dönmeyi Çok Düşündüm Ama Türkiye O Eski Türkiye Değil.
Türkiye’ye temelli dönem fikrim zaman zaman oldu. Birkaç sefer orada kalabilir miyim diye uzun süreli kaldıklarım oldu. Ancak buralara alışmışız ve oralarda eskisi gibi değil. Mesela benim köyüm eskiden 30 haneli bir köydü. Orada benim gençliğimde herkesi tanıyordum. Aradan yıllar geçince köyümüz tamamen değişti. Nüfus çoğaldı. Ordu’dan gelen birçok yeni hane var. Köyümüzde muhtarlık ayrıldı, camiler ayrıldı. Şimdi orada bir mecliste 10 kişiyi bile tanıyamıyorum. Elbette annem babamın mezarı orada, 6-7 kardeşim vefat etti, mezarları orada, ancak benim muhatap olacağım kimse kalmadı köyümde. Ziyaret maksadıyla köyüme gidiyorum ancak sürekli yaşama konusunda oraya uyum sağlayamıyorum.
Flaman Gelinim Benimle Türkçe Konuşuyor.
Burada kalan çocuklarım, torunlarım Türklüklerini kaybetmesinler. Onların damarlarında Türk kanı dolaşıyor. Hep onun bilincinde olsunlar. Türkiye ile bağlarını koparmasınlar. Memleketlerine gidip gelsinler. Anadil Türkçe’den kopmasınlar. Benim bir Belçikalı gelinim var. O benim çocuklarımdan daha çok Türkçe’ye önem veriyor. Benimle Türkçe konuşuyor.
Beni Köyüme Gömsünler.
Ben vefat edersem beni vatanıma köyüme götürsünler. Annem babam orada, kardeşlerimin mezarı orada, akrabalarım orada. Ben o toprakların evladıyım. Beni kardeşlerimin yanına gömsünler.
Ben Sakarya'nın Karasu İlçesinde 18 Kasım 1940 yılında doğdum. Memlekette kendi arazimizde çalışıyorduk. Karasu'da ara sıra gemicilik yapıyordum. Zonguldak ve İstanbul'a gemi ile yük taşı yorduk. Diğer zamanlarda köyde kendi işimizde çalışı yordum.
Ben askerliğimi yaptığım dönemde ilk önce benim ağabeyim 1963'te iş ve işçi bulma kurumu aracılığıyla Belçika'ya gelmişti. O zamanlar yapılan anlaşmalara göre soy ismi tutanlara istek yapılıyordu. Ben askerlik görevini tamamladıktan sonra ağabeyim bana istek gönderdi. Bana Belçika'da ağabeyimin müracaatı sonrası davetiye geldi. Davet evrakı ile iş bulma kurumuna gittim ve işlemler başlatıldı. Bir 15 gün sonra pasaport aldık, Ankara'ya giderek, sağlık muayenesinde geçtik ve böylece Belçika'ya geldim.
Belçika'da daha çok maden ocaklarında çalıştım. İlk işim Zwartberg Maden Ocağı olmuştu. Orası kapanınca Ford Araba Fabrikasında işe başladım. 3 yıl kadar Ford Fabrikasında çalıştım. Fabrika işçiliği bana çok ağır geldi. Bazı arkadaşlarım da Ford fabrikasını bıraktılar ve Zolder Maden Ocağına gittiler. Ben onlarla bileklikte oraya giderek iş başı yaptım. 1987 yılına kadar Zolder Maden Ocağında çalıştım. Toplam 30 yıl yıl Belçika'da işçiliğim oldu. Ancak bazı yıllar yarım çalıştığımız için ne olarak 24 yıl işçiliğim emeklilik konusunda dikkate alındı.
Belçika'da ilk yıllar çok zor geçti. Hiç dil bilmiyorduk. Burada işçi kantinlerinde kalıyorduk. Benim kaldığım yerde bin civarında işçi vardı. Benim kaldığım kantine yakın bir Yunan bakkalı vardı. İş yeri sahibi Türkçe biliyordu. Yiyecek içecek ihtiyacımı oradan görüyordum. Dilimizi bilmeyen bir yerden alışveriş yapacağım zaman önce malzemeyi gösteriyordum sonra elimde olan parayı açıp gösteriyordum. Oradan aldığım şeyin parası kendileri sayıp alıyorlardı.
Zamanla buraya alıştık. Burada çok fazla Türkiye'den gelen insan vardı. Kahveler açtılar, bakkallar açıldı, lokantalar açıldı, zamanla her şeyimiz oldu. Ben şahsen burada herhangi bir ırkçılık gibi bir durumla karşılaşmadım. Maden Ocağında İtalyan, Belçikalı, Yunan, İspanyol her türlü milletten arkadaşım oldu. İşyerinde, sokakta y da herhangi bir yerde bir sorun yaşamadım.
Buradan memlekete 5 sefer arabayla izine gittim. Benim ehliyetim yoktu. Arabayı çocuklar kullanıyordu. Belçika'dan eski model arabalarla yola çıkıyorduk. Arabalar yollarda arıza yapı yordu. Özellikle Yugoslav ya'da çok sıkıntı yaşıyorduk.
Bazen 10 günde Türkiye'ye zor varıyorduk. Aradan yıllar geçince artık çocuklar yeni arabalara binmeye başladılar. Zamanla çocuklar benden ayrıldılar. Evlenip kendi yuvalarını kurdular. Ben şimdi yalnızım ve artık uçakla memlekete gidiyorum. İlk evliliğim 30yıl sürdü. Sonra eşimle anlaşmazlığa düştük ve ayrıldım. Ayrıldıktan sonra 10 yıl kadar yalnız yaşadım. Çocuklarımın en büyüğü kız, o Türkiye'de doğdu. 6 aylık iken Belçika'ya geldi. İlk eşimden olan diğer 4 tanesi Belçika doğumlular.
Ilk eşimden ayrıldıktan sonra bazı tanıdık aracılar bana bir eş adayı buldular. Kendisi eskiden buradaymış, Türkiye'ye temelli gitmiş sonra tekrar kaçak Belçika'ya gelmiş. Aracılar bizi buluşturdular. Konuştuk anlaştık ve evlendik. Burada 5 yıl boyunca oturum alamadı. Genk belediyesi aramızda yaş farkı olduğu için önce izin vermedi. Bu arada 1 çocuğumuz oldu, 5 yıl dolunca belediye gerekli oturum iznini eşime verdi. Türkiye'de kendisinin de 2 kızı vardı. O da evlenmiş ayrılmış, burada oturum alınca onları buraya getirdi.
İkinci eşimin çocukları buraya gelince beni bir baba gibi kabullenmediler. Aramızda anlaşmazlıklar çıkmaya başladı ve bir gün karakola düştük. Polis beni evden uzaklaştırdı. Bir şekilde görüşüyor konuşuyoruz ancak artık birlikte yaşamıyoruz. Ondan olan 17 yaşında bir çocuğum var, onunla birlikte kalıyor. Resmi olarak henüz boşanmadık ama bir arada yaşamıyoruz. İlk hanımda 5 çocuğum vardı, biri rahmetli oldu, yeni hanımdan ise 1 çocuğum var.
Cahillik var, dil bilmemezlik var gücüm onları olması gerektiği gibi yetiştirmeye yetmedi. Türkiye'den buraya gelen ilk işçilerin kafasında en fazla 3 yıl çalışıp gitmek vardı. Kimse burada uzun yıllar çalışmak zorunda kalacağını düşünmüyordu. Bir traktör, ya da bir tarla parası yeter diyen birçok insan vardı. Biz burada bizden önce kelmiş olan İtalyanlarla, Yunanlarla konuşuyorduk, onlar bize 20-30 yıldan beri buradayım dediklerinde biz onlara 'siz delisiniz, nasıl bunca zamandır burada kalabildiniz'' derdik. Bize göre onların burada uzun yıllar kalmaları çok tuhafımıza gidiyordu.
Burada dil konusunda bize çok imkân sunuldu. Mesela dil kursları açtılar. Ben 2-3 gün gittim sonra bıraktım. Hiç iyi yapmadım.
Ben 60 yıldır buradayım halen dil konusunda zorluk çekiyorum. Normalde birçok benim emsalimin evinde çocukları tercümanları oluyor. Benim çocuklarım benden ayrı oldukları için ben yalnızım ve dil konusunda zorluk çekiyorum. Bir evrak gelse ya da resmi dairede bir işim olsa hep bir tercüman arıyorum. Okula düzenli gitmeyip iyi derecede dil öğrenmediğim için halen çok pişmanlık duyuyorum.
Burada benim memleketimden fazla insan yoktu. Benim tanıdığım 4 ya da 5 hane vardı. Bizim geldiğimiz yıllarda bir Adapazarlı Ali Özer Hocamız vardı. O şimdi rahmetli oldu. Resmi İmam falan değildi ama Kur'an bilgisi vardı. Kendisi ile çok samimiydik. O bizi camiye gitmeye teşvik etti. Bize çok faydası oldu. 5 vakit namaza gitmesek bile cami ile barışık bir hayatımız oldu. Allah ondan razı olsun. Ali Hocamızın çocuklarıma da çok katkısı oldu. Çocuklarım dinleri ile alakalı her şeyi ondan öğrendiler. Ben boş zamanlarımda sporu, futbol seyretmeyi çok severim. Kendim futbol oynamadım ama İyi bir Turkse Rangers taraftarıyım. Turkse Rangers'ta çok başkanlar geldi geçti ama Cabbar Başkan bir tanedir.
Türkiye'ye temelli dönem fikrim zaman zaman oldu. Birkaç sefer orada kalabilir miyim diye uzun süreli kaldıklarım oldu. Ancak buralara alışmışız ve oralarda eskisi gibi değil. Mesela benim köyüm eskiden 30 haneli bir köydü. Orada benim gençliğimde herkesi tanıyordum. Aradan yıllar geçince köyümüz tamamen değişti. Nüfus çoğaldı. Ordu'dan gelen birçok yeni hane var. Köyümüzde muhtarlık ayrıldı, camiler ayrıldı. Şimdi orada bir mecliste 10 kişiyi bile tanıyamıyorum.
Elbette annem babamın mezarı orada, 6-7 kardeşim vefat etti, mezarları orada, ancak benim muhatap olacağım kimse kalmadı köyümde. Ziyaret maksadıyla köyüme gidiyorum ancak sürekli yaşama konusunda oraya uyum sağlayamıyorum.
Burada kalan çocuklarım, torunlarım Türklüklerini kaybetmesinler. Onların damarlarında Türk kanı dolaşıyor. Hep onun bilincinde olsunlar. Türkiye ile bağlarını koparmasınlar. Memleketlerine gidip gelsinler. Anadil Türkçe'den kopmasınlar. Benim bir Belçikalı gelinim var. O benim çocuklarımdan daha çok Türkçe'ye önem veriyor. Benimle Türkçe konuşuyor.
Ben vefat edersem beni vatanıma köyüme götürsünler. Annem babam orada, kardeşlerimin mezarı orada, akrabalarım orada. Ben o toprakların evladıyım. Beni kardeşlerimin yanına gömsünler.