Mehmet Temurşeker groeide op in het dorp İnceler, in de Posof-regio van Ardahan. Geboren in 1954, had hij niet kunnen vermoeden dat zijn leven hem naar België zou brengen. Maar in 1972, op 18-jarige leeftijd, vertrok hij naar het onbekende, op uitnodiging van zijn zwager, die al enkele jaren in België werkte.
Mehmet was op dat moment in Antalya aan het werk toen hij een telegram van zijn vader ontving. "Kom snel naar huis," stond er in duidelijke woorden. Toen Mehmet thuiskwam, zei zijn vader: "Je zwager heeft je uitgenodigd om naar België te komen." Het was een aanbod dat hij niet kon weigeren.
Met zijn vaders steun regelde hij de nodige documenten bij de Arbeidsbemiddelingsdienst en haalde hij zijn paspoort in Kars. Samen met zijn vader reisde hij per bus naar Istanbul, waar hij voor het eerst een vliegtuig zou nemen. Hij was niet alleen; de broer van zijn zwager, die al een jaar eerder naar België was vertrokken, reisde met hem mee.
De reis naar België was een avontuur op zich. Mehmet had nog nooit gevlogen en vond het ronduit beangstigend. "Ik zat aan het raam, maar ik durfde niet naar beneden te kijken," vertelde hij later. Hij herinnerde zich hoe hij, bij elke kanteling van het vliegtuig, zich instinctief de andere kant op draaide. Zijn reisgenoot vroeg verbaasd: "Mehmet, wat doe je?"
"Kijk, het vliegtuig kantelt, dus probeer ik me aan te passen door de andere kant op te liggen," antwoordde Mehmet. Zijn vriend lachte, maar hijzelf had het gevoel alsof de wereld onder hem elk moment kon verdwijnen.
In Brussel werd Mehmet opgevangen en naar Zele gebracht. Onderweg keek hij zijn ogen uit. "Hoe zijn de Belgen? Kunnen ze net zo goed praten als wij?" vroeg hij zich af. De huizen langs de weg leken hem vreemd: lage bakstenen gebouwen, gepleisterd en geschilderd, heel anders dan de hoogbouw die hij uit Turkije kende.
Zijn eerste werkdag was een ware schok. Zijn zwager wekte hem vroeg: "Mehmet, sta op, we gaan werken." Mehmet keek naar buiten en protesteerde: "Zwager, maak je een grapje? Het is nog donker!" Maar zo ging het in België: werken volgens vaste uren, vertrekken voor zonsopgang, lange afstanden afleggen naar de werkplaats en weer terugkeren.
"De eerste dagen wilde ik terug naar Turkije," gaf Mehmet later toe. Maar dat veranderde snel. Zijn salaris aan het eind van de maand opende zijn ogen. "Waarom zou ik teruggaan als ik hier zoveel meer verdien?"
Na twee jaar werken werd hij opgeroepen voor zijn militaire dienst in Turkije. Er was toen geen optie voor een verkorte of betaalde dienstplicht, dus Mehmet diende twintig maanden. Na zijn diensttijd trouwde hij en keerde terug naar België, waarna hij zijn vrouw liet overkomen.
"In het begin was het moeilijk," vertelde hij. "Er waren nauwelijks mensen die Turks spraken, en er waren geen Turkse winkels. Maar de Belgen waren vriendelijk en hielpen ons." Na verloop van tijd groeide de Turkse gemeenschap in Zele, kwamen er meer voorzieningen en werd er zelfs een moskee opgericht.
Op een dag moest Mehmet, samen met tientallen collega's, een zware kabel door een straat trekken. De baas wees een Belgische arbeider aan om de wortels die in de weg lagen weg te hakken, maar dat lukte niet. Mehmet kon niet langer wachten. "Stap opzij," zei hij vastberaden. Hij pakte de bijl en hakte de wortels in stukken. "Stuur nu de kabel maar door!" riep hij toen hij klaar was.
De baas keek verbaasd. Na afloop zei hij: "Mehmet, kom hier. Stap in mijn auto, ik breng je naar huis." Mehmet sputterde tegen: "Mijn kleren zitten onder de modder." Maar de baas stond erop. "Stap in, het maakt niet uit." Die dag reed Mehmet voor het eerst in een luxe auto naar huis, een beloning voor zijn harde werk.
Mehmet was altijd sportief geweest. "In Turkije deed ik aan worstelen," zei hij. Maar in België was er geen worstelclub. Een Belgische buurman, Danny, stelde hem voor aan de boksschool. "Als je wilt, kun je daar trainen."
Hij bleek talent te hebben. Acht jaar later, in 1977, stond hij in de finale van het Belgische Bokskampioenschap in de 75 kg-klasse. Zijn tegenstander was zo bang dat hij weigerde te vechten. Mehmet won zonder een slag uit te delen.
In de echte finale verloor hij echter. "Ik kreeg een paar rake klappen, maar ik wilde doorgaan." Tot zijn verbijstering stopte de scheidsrechter de wedstrijd en verklaarde hem de verliezer. "Niet omdat ik slechter was, maar omdat ik een Turk was," vertelde hij verbitterd. "Dat onrecht zal ik nooit vergeten."
De eerste migranten, inclusief Mehmet, kwamen naar België met het idee om geld te sparen en terug te keren. "We wilden een huis, een stuk land of een tractor kopen en dan teruggaan," herinnerde hij zich. Maar naarmate de jaren verstreken, pasten ze zich aan en bleven velen in België.
In 1972 kwam Mehmet alleen naar België. Nu, in 2024, is zijn familie in België gegroeid tot 33 mensen: zijn kinderen, kleinkinderen en hun gezinnen. "Alhamdulillah, we hebben het goed," zei hij trots.
"Zij die voor ons kwamen, hebben veel doorstaan," erkende Mehmet. "Dankzij hen hadden wij het gemakkelijker. Ik bid voor degenen die overleden zijn en wens de levenden gezondheid en een lang leven."
Tot slot had hij een boodschap voor de jongeren: "Leef in harmonie met de Belgen, leer de taal en blijf respectvol. Onze gemeenschap heeft nu dokters, advocaten, ingenieurs en studenten op universiteiten. Werk hard en bouw samen aan een betere toekomst. Dat is de sleutel tot succes."
Ben Ardahan ili Posof ilçesi İnceler köyünden Mehmet Temurşeker. 1954 doğumluyum, 70 yaşındayım. 1972 yılında Belçika'ya geldim. O yıldan bu yıla 2024 yılına kadar Zele'de ikamet ediyorum. Belçika'ya gelmeme vesile olan eniştem oldu. 1968 yılında Belçika'ya gelmişti kendisi işçiydi. Ben Antalya'da çalışıyordum. Babam bana telgraf çekmiş bana "acele eve gel" diyordu ve "Enişten seni istek yapmış gel seni Belçika'ya göndereceğim"diye babam benim köye eve gelmemi istiyordu.
Babamın sözü üzerine İşçi Bulma Kurumundan İstek kağıdımı aldım, Posof'tan Kars'a giderek pasaportumu çıkardım. Tüm evrakları hazırladım. Daha sonra babamla otobüsle İstanbul'a gittik. Babam beni Belçika'ya gitmek için uçağa bindirecekti. Uçağa eniştemin kardeşiyle birlikte bindik. O bir yıl önce Belçika'ya gitmişti. İlk defa uçağa biniyordum. Cam tarafına oturdum ama çok korkuyorum. Aşağıya bakamıyordum.
Uçak bazen yana yatıyor ben ters tarafa yatıyorum, uçak tekrar ters tarafa yatıyor ben bukez ters tarafa yatıyorum. Yanımda arkadaşım dayanamadı sordu "Mehmet ne yapıyorsun?" bende "bak uçak yan yatıyor bende onu düzelteyim diye ters tarafa yatıyorum"dedim. Arkadaşım çok güldü. Ama çok korkuyordum.
İlk defa uçağa biniyordum. Benim biletimi bana istek yapan Belçika'daki eniştem almıştı. Brüksel'de Zavantem havaalanında bizi karşıladılar. Bizi Zele'ye götürmek için hareket ettiler. Ben hep düşünüyordum. Belçikalılar nasıl insanlar, bizim gibi sohbetleri iyi mi diye merak ediyordum. Yolda Zele'ye giderken bir de yol güzergahında evler dikkati mi çekti. Bizim şehirlerde apartmanlar var çok katlı evler ama yoldan gelirken hiç apartman çok katlı evler göremedim. Hepsi tuğla kaplamalı, sıvalı, boyalı evler yok. İlk olarak Belçika'da bunlar çok dikkatimi çekti.
Belçika'ya geldiğimde 18 yaşındayım. Köyde kendi işimiz çiftçilik yapıyoruz ve pek böyle işlerde çalışmamıştım. İlk gün işe başlayacağız sabah eniştem "Mehmet kalk işe gideceğiz hazırlan"dedi. Kalktım daha her yer karanlık. "Enişte benimle dalga mı geçiyorsun her yer kapkaranlık" dedim. Eniştem "burada sistem böyle daha iş yerine gideceğiz sonra iş yerine hareket edip sonra çalışacağız" dedi. Bu karanlıkta gidip iş yerine bazen 30km, bazen 40km bazen de 50km yol gittikten sonra işe başlıyorduk. Sonra tekrar eve aynı yerlerden dönüyorduk. Türkiye'de herşey serbestti, Belçika'da herşey saate göre çalışılıyordu. Bu beni ilk günlerde bezdirdi. Bir ara dönmeyi dahi düşündüm. Ama sonra alıştık...
Sabah karanlıkta işe gidip çalıştığımız, yaptığımız belliydi. Belçika'nın yer altı hizmetleri işleri olan elektrik, gaz, telefon ve su işlerini yapan firmalar Zele'deki kablo firmalarıydı. Biz çalışıyorduk. Ay sonunda maaşı alınca Türkiye'deki çalışma ile Belçika'daki bu kazancı karşılaştırdım "Mehmet bu kadar çok kazanıyorsun Türkiye'ye dönüp ne yapacaksın" deyip burada kaldım.
Belçika'da çalışmaya alıştım. Askerliğim geldi. Bekardım. Eskiden bedelli askerlik yoktu, Türkiye'de 20 ay askerlik vardı. Askere gittim. Askerden teskere aldıktan sonra evlendim. Belçika'ya döndüm. Eşime istek yaptım. Belçika'ya eşimi getirdim. Zele'de bir ev tuttuk ve yaşamaya başladık. Belçikalı komşularımız bize ve eşime çok iyi davrandılar.
Bize çok yardım ettiler. Eşim ilk yıllarda Belçika'yı yadırgadı. Zele'de Türkçe konuşan çok az, Türk bakkaları yok onun için eşim ilk aylarda Belçika'yı çok farklı buldu. Bizde ilk yıllarda fazla Türk işyerleri yoktu, 2 kahve vardı. Namaz kılacak camimiz yoktu. Daha sonra Türk nüfus çoğalınca bir ev satın aldık. Onu camiye çevirdik namazları orada kılmaya başladık. Daha sonra sıfırdan büyük bir cami yaptık.
Birgün bir yerde işyerinin bitmesi lazımmış. 30-40 işçi birleştik orayı bitirerek en büyük, en ağır kabloyu o sokağa çekeceğiz. Patron bir Belçikalı işçiye elindeki bltayı verdi "Şu ağaçlerin çukura denk gelen köklerini kes" dedi. Belçikalı atladı çukura baltayı vuruyor balta geri tepiyor. Patron sinirleniyor. Herkes o orayı kesecek kabloyu çekecek 40 işçinin beklemesine patron sinirlendi. Ama Belçikalı baltayı vuruyor ama ağacın kökünü kesemiyor. Ben dayanamadım üzerimdeki iş ceketini çıkardım, çekil dedim o Belçikalıyı dışarı çıkardım. Aldım baltayı elime bir sağa, bir sola öyle vuruyorum ki kımbakları kökün parçaları bir oraya bir oraya savruluyor. Hemen açtım o çukuru elimdeki baltayı yola fırlattım. "Gönderin artık kabloyu" diyerek bağırdım. Patron hayretle beni izliyor. O gün işi bu işle bitirdik.
Patron hemen orada beni çağırdı "Mehmet gel buraya. Atla benim arabaya eve götüreyim seni" dedi. Patrona ben "üstüm çamur arabanı batırırım ve ben iş arabasıyla giderim" dedim. Patron "Atla yaaa batmaz "dedi. Ben de bindim. İlk defa ödül olarak beni işyerinde lüks arabasıyla evime getirdi... 1972 yılında 18 yaşında tek kişi geldiğim Belçika'da, şimdi 6 çocuğum, 5 kız bir oğlum var. Torunlarımla birlikte Belçika'da şimdi 33 kişi olduk. Eğitimlerini yapanlar var, çalışanlar var. Allaha şükür hepimizin durumu iyi, bir sıkıntımız yok...
Ben Türkiye'de güreş yapıyordum. Belçika'ya geldim, gemcim hızlıyım. Sağa sola bakıyorum "acaba burada bir güreş kulübü yok mu" diye soruyorum. Bizim mahallede komşumuz bir Belçikalı Dany vardı. Ona sordum, o da "Burada güreş yok ama ben boks kulübüne gidiyorum. Gel istersen boks yap"dedi. Tamam dedim. Kulübe gittik.
Herkes antreman yapıyor, koşuyor ve kendi aralarında döğüşüyorlar. Antrenör bana açıklamalarda bulundu ve bende boks'a başladım. Çok iyi duruma geldim. 8 yıl boks yaptım ama annem hep karşı çıkıyordu. Bizim yörede boks yapanın ağzı burnu kırılıyor tehlikeli spor olarak biliniyordu. Evin tek oğlu olunca annem bana müsade etmiyordu. Daha sonra maçlar yapmaya başladık. Turnuvaların birisinde benim kiloda benimle karşılaşacak Belçikalı boksör benden çok korkmuş. Ona arkadaşları "Kara kafalı Türk çok sert seni fena döver" diye ona söylemişler. Ringe çıkmadan son kontrollerde içerde beni gördü ben dövüşmeyeceğim diyerek ringe çıkmadı ve ben otomatik kazandım. Sonra 1977 yılında Brüksel'de finallere kaldım. Belçika Boks Şampiyonasında 75 kiloda finale yükseldim. O gün Belçikalı rakibimi 2 raund dövdüm. Son raunda bana 2 sağ sol vurdu. Hakem saydı ama kendimdeydim devam edeceğim dedim. Benim kazanacağımı biliyorlardı, Türk olduğum için bana haksızlık yaptılar ve maçı durdurdular beni yenik saydılar. Bu haksızlığı şimdiye kadar hiç unutamadım...Sonra sporu bıraktım. Artık burada zorluk çekmiyoruz. Artık burada emekliyim. Türkiye'ye gidiyorum, geliyorum. Çocuklarım ve torunlarımla yaşayıp gidiyoruz.
İlk gelenlerin hepsinin düşüncesi para biriktirme ve Türkiye'de bir tarla, bir ev, bir traktör ve işini açacak para kazanarak geri dönmekti. İlk zamanlar zor olasada bu düşünce hepimizi buranın çalışma sistemine alıştırdı. İşe uyum sağladık. Para kazandık. İşe ve buradaki hayata uyum sağlayınca işler değişti. Buradan ev almalar başladı artık buraya yerleşme fikirleri doğmaya başladı...
Ben 1972'de geldim, benden önce gelenler çok zorluklar çekmişler. Benim köylüm turist olarak kaçak trenin altına saklanarak gümrüğü geçmiş Belçika'ya işçi olmuş. Hayatını hiçe sayarak çok zorluklarla işçi olmuşlar. İlk gelenlerin sayesinde bizler rahat ettik. Onların sayesin işe girdik ve Belçika'da yaşadık. Ölenlere allahtan rahmet ve yaşayanlara Allah'tan sağlıklı uzun yıllar temenni ediyorum...
Biz artık biz buraya yerleştik, burada yaşayacağız. Bunu iyi anlamamız lazım. Belçikalılarla iyi anlaşıp, uyum sağlamamız lazım. Buranın kültürünü de iyi bilmemiz lazım. Biz arada dil öğrendik. Çocuklarımız burada doğdu, Belçikalılar gibi okullarda dil öğreniyor, eğitim alıyorlar. Burada şimdi doktorumuz var, avukatımız var, savcımız var, mühendisimiz var, birçok üniversite mezunu gencimiz var. Buradaki Türk toplumuna mesajım, artık burada Belçikalılarla uyum içerisinde birlikte güzelce yaşayalım. Belçikanın refah düzeyini birlikte daha yukarılara çıkaralım. Rahat ve huzur içerisinde birlikte yaşayalım… Göçün 60. Yılı Hikayelerinde beni tercih edip çektiğiniz için sizlere çok teşekkür ediyorum. Elinize sağlık kolay gelsin...