Recebiye Teker werd geboren in 1947 in Kemalpaşa, Bursa, en haar naam draagt een bijzondere betekenis. "Omdat ik in de maand Recep ben geboren, gaven ze me de naam Recebiye," vertelt ze. Haar verhaal begint in haar geboortedorp, waar ze opgroeide in een arme familie, ver weg van de luxe die later haar leven in België zou kenmerken. "We waren toen een arme familie," zegt ze met een glimlach, als een herinnering aan de moeilijke tijden.
Recebiye werd, zoals veel vrouwen in haar gemeenschap, op jonge leeftijd met haar man gekoppeld. "Mijn buren overtuigden me om met mijn man te trouwen," legt ze uit. "Zijn broer vroeg me om de Koran te lezen, wat gebruikelijk is in onze cultuur. Ze zagen me daar en vonden me leuk." Het was een huwelijk geregeld door een huwelijksbemiddelaar, maar wat begon als een formele verbintenis, groeide uit tot een sterke en liefdevolle relatie. "We begrepen elkaar goed," zegt ze. "Mijn man behandelde me altijd goed, en ik voelde me gelukkig met hem."
Toch was het leven in België in de beginjaren niet altijd gemakkelijk. "Toen ik naar België kwam, deed mijn man altijd de boodschappen," herinnert ze zich. "Ik heb nooit de markt, winkels of markten gezien. Als ik iets nodig had, zei ik het tegen hem, en hij ging het halen." Voor Recebiye was het een tijd van isolatie, vooral in de afgelegen omgeving van Beringen. "Ik woonde in een afgelegen huis, met bossen voor en achter. Ik was bang," geeft ze toe. "Soms dacht ik bij mezelf: 'Waarom ben ik mijn man gevolgd naar deze plek?' Ik huilde." Gelukkig vond ze troost in de religieuze boeken die ze vanuit Turkije had meegenomen.
Ondanks de moeilijkheden raakte Recebiye gehecht aan haar nieuwe leven in België, vooral aan de vriendschappen die ze met andere Turkse gezinnen opbouwde. "In de wijk waar we woonden, waren er vooral Turkse gezinnen. We leerden elkaar kennen en waren buren, sociaal met elkaar," vertelt ze. "Soms zei mijn man: 'Kijk, je kunt met de buren praten, hun gezelschap zoeken.'" Deze vriendschappen gaven haar de steun die ze nodig had om haar weg te vinden in het verre België.
De taalbarrière was echter een voortdurende uitdaging. "De grootste moeilijkheid van het wonen in een ander land is de taalbarrière," zegt ze. "Toen het om de opleiding van mijn kinderen ging, kon ik ze niet veel helpen. Mijn man ging in plaats van mij naar de ouderbijeenkomsten." Ondanks deze moeilijkheid hadden haar kinderen een sterk karakter. "Ze waren altijd respectvol en deden hun huiswerk zelfstandig. De oudere kinderen hielpen de jongere kinderen," zegt ze trots.
Recebiye vertelt ook over het moment dat ze begon na te denken over terugkeren naar Turkije. "We dachten wel eens aan terugkeren, maar toen werd mijn oudste kind, Şükran, geboren met een beperking," legt ze uit. "We konden haar niet achterlaten en terugkeren. Al mijn andere kinderen hadden hun eigen leven opgebouwd, maar ons gehandicapte kind hield ons vast."
Ondanks de uitdagingen heeft Recebiye haar plek in België gevonden en haar gezin op zien bloeien. "Nu komen de kinderen, schoonzoons en kleinkinderen naar ons toe, en we brengen tijd met hen door," zegt ze met een glimlach. "Het leven neemt je van de ene plek naar de andere. Nu kijken we naar het heden: het gaat goed met ons, we zijn gelukkig en we zijn dankbaar."
Als het gaat om haar laatste wensen, heeft ze een duidelijke visie. "Ik wil hier in België bij mijn kinderen zijn," zegt ze met een vastberaden blik. "In Turkije zijn mijn ouders er niet meer, en niemand vraagt naar me. Als de tijd komt, zullen mijn kinderen en kleinkinderen beslissen waar ik begraven word. Voor mij is grond gewoon grond. Ik denk dat een persoon begraven moet worden op de plek waar hij of zij sterft."
Haar leven in België was dus niet zonder uitdagingen, maar het was ook gevuld met momenten van geluk en samenhorigheid. Recebiye's verhaal is een getuigenis van doorzettingsvermogen, liefde en de kracht van familie.
RECEBİYE TEKER
PELT
Ben 1947 yılında Bursa Kemalpaşa’da doğdum büyüdüm. Recep ayında doğduğum için adımı Recebiye diye koymuşlar.
Beni eşimle evlenmeye komşularım ikna etti. Babaları o zamanlar yakın ölmüştü. Beni kardeşi Kur’an okumak üzere çağırmıştı. Bizim orada adettir. Ölünün arkasından 7 gün Kur’an okunur. Beni orada görmüş ve beğenmişler. Aslında aynı mahallede oturuyorduk ama birbirimizi görmemiştik, tanışmıyorduk.
Biz Fakir Bir Aileydik.
O zamanlar memlekette fakir bir aileydik. Evlilik döneminde kardeşimde askere gitmişti. Ben annem ve babamdan gizli bir komşudan fırça örmeyi öğrenmiştim ve aile katkı amaçlı evde fırça örüyordum. Bizim toprağımız olmadığı için bahçıvanlık veya çiftçilik gibi bir işimiz olmuyordu.
İki buçuk Yıl Nişanlı Kaldım.
Babam prensip olarak kızım 20 yaşını doldurmadan evlendirmem diyordu. Nişanlandığımda 20 yaşındaydım. Nişandan sonra iki buçuk yıl bekledim.
Nişanlı olduğum yıllarda bana mektup yazardı. Mektup babamın üzerine gelirdi. Mektupta sadece ‘’nasılsın, iyi misin’’ şeklinde hatır soruyordu. Sonra 1969 yılında evlendik ve 1 yıl sonra 1970 yılında beni Belçika’ya götürdü.
Eşimle İyi Geçindik.
Eşimle görücü usulü evlendik ama zamanla birbirimize ısındık, anlaştık ve yılarım hep beraber geçti. Çocuklarımız oldu, güzel geçimimiz oldu. Eşim bana karşı hep iyi davrandı.
Ben Belçika’da Ne Pazar Ne De Çarşı Gördüm.
Belçika’ya geldiğimde alışveriş işlerini hep eşim yapardı. Ben ne pazar ne çarşı ne de mağaza gördüm. Ben ona evde ne ihtiyaç var ise onları söylerdim, o da gidip alıp getirirdi. Bazen komşularım ‘’şuraya gittik, buraya gittik, çok ucuzluk vardı’’ derlerdi ama eşim bana ‘’onlara bakma, söylediklerinin çoğu yalan’’ derdi.
Belçika’da Türk Komşularla Dostluklar Kurduk.
Yaşadığımız mahallede daha çok Türk kökenli aileler vardı. Onlarla tanıştık komşuluk yaptık. Bazen eşim canımın sıkıldığını görünce çocuklara bakar bana izin veridi. Git birazda sen komşularınla otur sohbet et derdi.
Belçika’ya Geldiğime Pişman Olduğum Zamanlar Oldu.
Belçika’ya ilk geldiğim zamanlar buraya geldiğime pişman olmuştum. Eşim işe gidiyordu ve ben evde yalnız kalıyordum. Beringen’de kaldığımız zaman oturduğumuz ev ıssız bir yerdi. Önümüz ormanlık arkamız ormanlık, korkuyordum. O zaman kendi kendime ‘’Ben nasıl eşimin aklına uydum da buralara geldim’’ diyor ağlıyordum. Allah’tan Türkiye’den getirdiğimi dini kitaplarım vardı, yalnız kalınca onları okuyarak zaman geçiriyordum.
Beringen’de Evimizi Geri Aldılar.
Eşim maden ocağından çıkış almış. Bizde maden ocağının evinde kalıyorduk. Bizi bir şekilde evden çıkardılar. Sonra Pelt şehrinde bir ev bulduk ve taşındık. O zaman evi bırakıp yeni bir düzen kurana kadar epey çile çektim. En çok zorlandığım şey ise Beringen’de bir sürü komşum vardı. Bir şekilde onlardan uzaklaşmıştım. Bu durum beni çok üzmüştü.
Çocuklarımın Eğitimine Katkı Sunamadım.
Bir başka ülkede yaşamanın en büyük zorluğu o ülkenin dilini bilmemek oluyor. Özellikle çocuklarımın eğitim sürecinde onlara fazla katkım olmadı. Mesela okullarında düzenlenen okul aile toplantılarına öğretmenlerle yapılan toplantılara hiç katılamadım. Mümkün olduğu kadar eşim giderdi. Bu bizim için çok büyük bir eksiklikti.
Çocuklarım iyi karakter ve ahlak sahibiydiler. Saygısızlık yapmazlar, kendi kendilerine derslerini çalışırlardı. Büyük olanlar küçüklere derslerinde yardımcı olurlardı.
Gurbette Yaşamanın Zorlukları Var.
Ben evlenmeden önce babam vefat etmişti. Annem ise ben buraya geldikten sonra öldü. Şimdi hayatta iki kardeşim var. Onlarla izine gidince görüşüp hasret gideriyoruz.
Burada artık bir büyük aile olduk. Yaşadığımız zorlukları bir şekilde unuttuk. Şimdi çocuklar damatlar, torunlar buraya geliyor onlarla zaman geçiriyoruz. Hayat sizi bir yerden alıyor, bir başka yere taşıyor. Şimdi bir kıyas yaparak Türkiye’de mi kalsak, burada mı kalsak iyi olurdu gibi bir düşünce içinde olamıyorsun. Artık bugünümüze bakıyoruz. Bugün burada iyiyiz, mutluyuz, buna şükrediyor ve yaşıyoruz.
Geri Dönüşü Düşündük Ama.
Biz bir zamanlar geri dönüşü düşündüğümüz oldu. Ancak Şükran adında engelli bir çocuğum oldu. O en büyük çocuğum. Onu burada bırakıp geri dönemezdik. Diğer çocuklarımın hepsinin bir düzeni oldu, bir yuvaları oldu, ancak engelli olan çocuğum bizim elimizi kolumuzu bağlamış oldu.
Güzel Geçinsinler.
Çocuklarıma torunlarıma her şeyden önce güzel geçinsinler tavsiyesinde bulunuyorum. Saygılı olsunlar. Birbirlerine sahip çıksınlar. İşlerini iyi takip etsinler.
Çocuklarım Karar Verecekler.
Ben burada çocuklarımın yanında olmayı düşünüyorum. Türkiye’de artık anne yok baba yok, arayan yok soran yok.
Yarın hak vaki olunca çocuklarım torunlarım beni nerede toprağa vereceklerine kendileri karar verecekler. Benim için toprak topraktır. Aslında bir insan nerede vefat ederse orada toprağa verilmeli.