Tülay (Gülay) Karaca, geboren in 1955 in Emirdağ, Turkije, is 69 jaar oud. Ze herinnert zich nog goed haar jeugd, waarin ze haar basisschool en middelbare school in Emirdağ afsloot. "In 1974 trouwde ik, en datzelfde jaar maakten we plannen om naar België te vertrekken," vertelde Tülay. "We hadden zelfs vliegtickets geboekt, maar door de uitbraak van de oorlog op Cyprus konden we niet vanuit Ankara vliegen. Daarom reisden we per trein vanuit Sirkeci, Istanbul naar België. Het was de eerste keer dat ik met de trein reisde, en hoewel het een lange reis was, vond ik het een bijzondere ervaring."
Het was een reis vol uitdagingen, maar ze arriveerde uiteindelijk in Gent, België. "In Gent had mijn man een huis gehuurd. Mijn Belgische buren waren erg vriendelijk, en ik paste me snel aan. Omdat ik jong was en zij ouderen, hielp ik hen veel. Ze bewonderden me voor het koken, het bakken van brood, en voor hoe ik voor hen zorgde," zei Tülay met een glimlach. "Dankzij hen leerde ik de taal in drie maanden."
In datzelfde jaar opende haar man een koffiehuis. "In België waren er veel Turkse arbeiders die werk zochten. Mijn man besloot een koffiehuis te openen, waar de arbeiders boven het café sliepen en hij zelf het café onderhield. Het was een zware tijd, maar degenen die bleven, hebben volgehouden en zijn er gekomen," zei Tülay. "Het was niet gemakkelijk, maar we maakten het werkbaar."
De eerste jaren in België waren wennen. "Het was heel anders dan in Turkije," herinnert ze zich. "In Turkije werkten we samen met buren om voedsel voor de winter in te slaan. In België was het leven gestructureerd, en soms miste ik het eenvoudige leven in Turkije. Het was zo anders, maar we pasten ons aan."
"Toen de derde generatie begon te studeren, zagen we dat ze goede posities kregen. Artsen, advocaten, ingenieurs, allemaal hadden ze een goede opleiding gekregen. Nu hebben ze een mooi leven, huizen, en een goed inkomen," zei ze met trots. "Ik ben blij dat ik naar België ben gegaan. De Belgische overheid biedt veel steun voor mensen die gestudeerd hebben, en er is veel respect voor werk en onderwijs."
Tülay heeft altijd het belang van werk en onderwijs benadrukt, vooral voor haar kinderen. "Mijn kinderen konden studeren, iets wat in Turkije misschien niet mogelijk was geweest zonder genoeg geld. In België kregen ze de kans om een goede opleiding te volgen," zei Tülay. "Zelfs de kinderen van rijke mensen werken in België. Ze schamen zich niet voor hun werk, en ik heb mijn kinderen altijd aangemoedigd om zowel te studeren als te werken."
Tülay kijkt met veel vreugde terug op haar leven in België, vooral de tradities die ze heeft behouden. "Toen mijn kinderen de juiste leeftijd hadden om besneden te worden, vroegen we ons af hoe we dat in België zouden regelen, omdat er destijds geen ziekenhuizen waren die dit deden. We besloten het zelf te doen, met alles wat erbij hoorde: traditionele kleding, muziek, en zelfs een feest met de Turkse vlag buiten ons huis. De Belgen waren erg nieuwsgierig en kwamen kijken," zei Tülay, haar ogen glinsterend van de herinnering. "Het werd een groot feest, en nu organiseren ze zelf zulke feesten."
Tülay heeft altijd Turkije in haar hart gedragen, maar ze is blij dat ze naar België is gegaan. "Na 50 jaar is mijn heimwee naar Turkije nog steeds niet verdwenen, maar ik ben gelukkig met het leven hier. Ik heb mijn kinderen een goede opleiding kunnen geven en nu, als grootmoeder, breng ik mijn kleinkinderen naar Turkije om ze ons land te laten zien," zei ze. "Als ik in Turkije was gebleven, zou ik misschien een ambtenarenvrouw zijn geweest, maar in België had ik de kans om te werken. Ik ben zo blij dat ik hier ben gekomen."
"Ik bid voor de zielen van degenen die het land hebben verlaten, en wens alle gepensioneerden zoals ik een lang en gezond leven," besloot Tülay, haar stem vol dankbaarheid. "Ik dank iedereen die heeft bijgedragen aan deze uitzending."
Adım Tülay Karaca, nüfusta Gülay 1955 doğumlu 69 yaşındayım. Emirdağ doğumluyum. İlk ve ortaokulu Emirdağ'da okudum. 1974 yılında evlendim, o yıl Belçika'ya hazırlandık ve uçak biletimiz vardı. O yıl Kıbrıs savaşı çıkınca Ankara'dan uçamadık. İstanbul'dan Sirkeci'den trenle Belçika'ya gittik. Ben ilk defa bir tren yolculuğu yapıyordum, yolculuğu çok sevdim. Değişik ülkeler görerek ve zor da olsa bana güzel geldi. Elimizde bir valiz ve 3 günde Belçika'ya geldik...
Belçika'nın Gent şehrine geldik. Burada bir ev tutmuş eşim. Belçikalı komşularım çok iyi davrandılar. 19 yaşında gençtim Belçikalı komşularımın çoğu yaşlıydı. Onlara çok iyi uyum sağladım. Onların dilini kısa zamanda öğrendim. Genç olduğum için onlar yaşlıydı ve çok yardım ettim. Belçikalı yaşlılar beni çok sevdiler. Gencim ekmeği yapıyorum, çeşiti çok yemek yapıyorum ve onlara da bakıyorum. Bana imrendiler. Ben babamızdan anamızdan gördüğümüz kültür ve örf'e göre yaşlılara hizmet etmeyi ihmal etmiyorum. Onlar sayesinde 3 ay içinde dili öğrendim...
Belçika'da turistlere af çıkmıştı, o yıllarda çok Türk Belçika'ya geliyordu. Eşim bir kahve işletmesi açtı. Üstünde işçiler yatıyor altında kahveyi işletiyordu. Kahvede çok bekar Türk işçisi kalıyordu. İşler ağırdı Türkiye'den gelenler arasında dayanamayıp dönenlerde oldu. Sabredip kalanlar zorluklar içerisinde bugünlere geldiler. Kolay değildi…
Ilk zamanlar Belçika hayatını garipsedim. Türkiye’de birlikte kışlıkları yaparken bulgur, tarhana ve diğer işlerde komşular birleşir birlikte yaparlar. Ben genç yaşımda Belçika’ ya geldim, burada sosyal ve kültürel hayat başka. Bazen Türkiye’ deki hayatı çok özledim.Belçika'da öyle birşey yoktu. Saatle çalışıyorsun evinde dinleniyorsun, eşin işten geliyor hafta sonu onunla haftalık alışverişi yapıyorsun, eğer bir tanıdık varsa oturmaya gidiyorsun. O yıllarda Televizyon da yok ve hayat böyle devam etti. Emirdağ'daki gibi değildi...
O yıllarda fikirlerimiz, çalışmak, para biriktirip ve geri dönmekti. 1 ve 2'inci jenerasyon bu yüzden okumadılar. 3'üncü jenerasyon okumaya başladı. İyi mevkilere gelmeye başladılar. Doktor çıktı, avukat çıktı, mühendis çıktı yani okuyanlar başladı. Şimdi ne güzel yaşantıları, evleri ve kazançları çok iyi...
Belçika'da 50 yılım geçti. İyi ki gitmişim diyorum. Emeğe saygı var, okumaya değer veriyorlar saygı var. Okulu bitirdin mi torpille işe girme, sınavla işe girme falan yok, hemen okuduğun dalda seni işe alıyorlar. Belçika hükümeti okuyanı değerlendiriyor ona işini veriyor, okuyamayana meslek öğretiyor ona da iş hazırlıyor. İşsizlik yok. Belçika'nın bu yönü çok çok iyi. Sosyal hakları 4/4'lük. Dil biliyordum. Çocuklarım küçüktü onlarla ilgilendiğim için eşim beni işte çalışmama müsade etmedi. Çocuklarımı okuttum. Ne zaman sonra çocuklar evlenme çağına kadar geldiler, onlar elden ayaktan kesildiler, o zaman eşim müsade etti ve işe başladım...
İkinci Dünya savaşı sonunda avrupa ülkelerinde genç nüfus az olduğundan ülkelerde çalışacak genç nüfus olmayınca bizleri buralara getirdiler. Bizim sokakta tek tük genç vardı. Onlarda çocuk sayısı ailelerde 1 yada 2 çocuktu. 14-15 yaşında çocukları fabrika ve toprak işinde çalıştırıyorlardı. Biz Türklerde çocuk sayısı yüksekti. Bir de Belçika çocuk yapmayı teşvik için çok çocuk parası veriyordu. Bizim Türklerin çok çocuğu olduğu için bu primlerden iyi yararlanıyorlardı. Belçikalılar yardım etme konusunda çok iyilerdi. Doktorlar evimize kadar gelir sağlık problemlerimizde bize yardım ederlerdi. Belediyeler, polisler her kesimde Belçikalılar bize çok yardım ettiler. Bizde onları çok sevdik karşılıklıydı…
Çocuklarım okurken bize çocuklarımın arkadaşlarıda gemeye başladı. Belçikalı çocuk benim oğlumdan Türkçe öğrenmek için onunla hep beraber ders çalıyordu. Bize gelip gidiyordu. Ben ailesini bilmiyordum, sonra o söyledi "babam hakim" dedi. Bizim kaldığımız sokakta bizim gibi evlerde oturuyordu. Hakim kendisini halktan yüksek görüp dışarda oturmuyordu. Belçika'da bu mevki sahiplerinin böyle olması bize garip geliyordu. Belediye başkanı bizimle oturup sohbet edebiliyor, bisikletle gezebiliyor, komiser, avukat, doktor hepsi halkın içinde sıradan bir yaşantı yaşıyorlardı. Türkiye ile kısaylayınca bize çok garip geliyordu. Neyse hakimin çocuk bizim evde benim yaptığım arafa günü pişi'leri sever yerdi. Yıllar geçti çocuk büyümüş, okumuş memur olmuş. Ben OCMW'den çöp torbası alacağım birde emeklilik maaşım neden az geliyor onu bir sorayım diye gittim. Benim oğlumun arkadaşı hakimin oğlu beni tanıdı. Ama ben onu tanımıyorum o büyümüş. Ben binaya girmeden kameradan beni görmüş sıraya girmeden beni odasına aldı. Çocuk bana ismini söylemeden kendini tanıtmadan "Burası yardım merkezi.
‘’Niye geldiniz buraya?"diye sordu. Bende bu beni tanımıyor niye sordu dedim. Hemen bana Gülay Karaca dedi. İsmimi de vermemişti içeri girerken "bu beni nerden tanıyor" diye irkildim. Memur "Ben seni tanıyorum"dedi. Ben bu kez korktum. Ben "Çöp torbası için geldim" dedim, beni tanıyorum deyince korktum emekli aylığının az olduğunu ona ilk önce söyleyemedim. Sonra söyledim, "benden sonra gelenlerin çoğu benden yüksek alıyor 1200euro ben niye 750 euro alıyorum" böyle dedim. Memur bu kez "Ben Hakan Karaca'dan 100 euro alırım, Saniye Karaca'dan 100 euro alırım, Yeşim Karaca'dan 100 euro alırım, Altan Karaca'dan 100 alırım senin maaşını tamamlarım" dedi. Şaşırdım "Bismillahirahmannarihim ve fesübanallah başıma gelene bak bu çocuk beni tanımış, nettin de ne diye karıştırdın Tülay bunları" diye utanmaya başladım. Memur "istiyor musun parayı "dedi. Ben "hayır ben istemem, ben aylığımı devlet tamamlar mı diye geldim, çocuklarımdan istemem"dedim. Memur biz çocuklarının ödediği vergilerden dağıtıyoruz buradaki paraları, sana vermiyorlarsa biz alırız" dedi.
Herkesin dilinde olan Türkiye'ye dönme fikri bende hiç olmadı. Sosyal haklarını çok beğeniyordum. Çocuklarım orada eğitim alıyorlardı. Belçika'da eğitim şartları o zamanlarda çok iyidi, devlet destekliyor eğitim almaları için masraflarını yani eğitim paralarını veriyordu. Türkiye'ye dönsem param olmazsa okutamayacaktım. Belçika'da hepsini okuttum. Sonra evlendiler işleri oldu. Orası onların doğduğu ülkeydi. Ama Türkiye'ye tatile her zaman gidiyorduk. Hiç dönme fikrim olmadı... Belçika'da zengin çocuğu olsun, mevki sahibi insanların çocuğu olsun herkes okul sonunda çalışırlar. Ben zengin çocuğuyum diye gocunmazlar. Ben de çocuklarımı yetiştirirken hem okullarını okumalarını teşvik ettim hem de çalışmalarına yardım ettim. Çocuklarım şimid hem memurlar hemde ticaret yapıyorlar. Çocuklarım Türkiye'yide çok iyi biliyorlar, hem geziyorlar hem de tatillerini yapıyorlar...
Belçika'da yeniyiz 2 oğlum var, çocuklar sünnet çağına geldiler. Nasıl sünnet ettireceğiz diye soruyoruz etrafa. Hastanede o yıllarda yok. Yugoslav bir müslüman vardı. O herkes Türkiye'de yapıyor ben eşime "burada yapalım" dedim. O yıl izine gitmedik. Hazırlandık, sünnet karyolası, sünnet elbiseleri, yemekler, o yıllarda Emirdağ mahalli çalgıcıları Abdallar(Ibıdıklar) Gent'e gelişlerdi. Evimizin önündeki parkta Türk bayrağını astık. Şimdi onlar bile yapıyorlar. Çocuklarımın hepsini davulla, zurnayla, bayrak ve gelinlikle evden çıkardım. Eski gelenekleri devam ettirdim...
50 yıl uzun zaman geçse de Türkiye özlemimiz, bayrak özlemimiz geçmedi. Çocuklarımızla beraber her zaman Türkiye tatiline gideriz, onlarla tarihi yerleri, Anıtkabir'i her zaman gezeriz. Torunlarım artık büyüyorlar. Onları da götürerek onlara da memleketimizi gezdiriyorum. Türkiyem bambaşka. Belçika'yı da seviyorum tabii ki. İyi ki Belçika'ya gitmişim. Türkiye'de okumak istiyordum 18 yaşında evlenince okul işi bitti. Belçika hayatımız yaşamımız oldu. Türkiye'de kalsam orada evlenseydim bir memur eşi olacaktım ama çalışmayı seviyordum, Belçika'daki gibi çalışamayacaktım. Belçika'ya geldiğimden çok çok memnunum...»