Kazım Balcı werd in 1940 geboren in de stad Köprülü, Macedonië. Zijn jeugd bracht hij door in Macedonië, waar hij de basisschool afrondde. In 1955, toen hij nog maar veertien jaar oud was, besloot zijn familie te emigreren naar Turkije. "We kwamen eerst in Manisa terecht," vertelde Kazım. "Maar daar was weinig werk, dus trokken we verder naar Izmir. Het leven in Izmir was beter. Het was een grote stad met meer kansen. Toch bleven we er niet lang en verhuisden we uiteindelijk naar Istanbul."
In Istanbul vond Kazım werk in een textielfabriek, waar hij bleef totdat hij in 1962 in militaire dienst moest. Na zijn dienst keerde hij terug naar de stad en hielp hij zijn familie met het runnen van een klein restaurant. Maar de zaken liepen slecht. De economische situatie was moeilijk, en Kazım stond op een kruispunt. "Ik moest een beslissing nemen...", zei hij.
Kazım hoorde dat familieleden in Duitsland een beter leven hadden en hem uitnodigden om te komen. "In die tijd had je 200 dollar nodig voor een paspoort en andere formaliteiten om naar Duitsland te kunnen," legde hij uit. "Ik had dat geld niet, maar mijn familie in Duitsland stuurde het me. En zo vertrok ik in 1963 met de trein van Sirkeci naar München."
De eerste twee jaar in Duitsland waren niet gemakkelijk, maar Kazım vond een manier om geld te verdienen. "We brachten goederen van Duitsland naar Turkije in koffers. Een vriend uit Joegoslavië kon niets door de douane krijgen, maar ik had geluk. We werkten samen: ik bracht de koffers over de grens, hij verkocht de spullen, en we deelden de winst." Het ging goed, totdat hij in de winter van 1965 werd betrapt. De douane ontdekte dat hij zonder vergunning had gewerkt en hij kreeg een inreisverbod voor Duitsland van vijf jaar.
"Zo eindigde mijn avontuur in Duitsland," zei Kazım met een zucht.
Terug in Turkije had zijn familie een bruid voor hem gevonden. Zijn schoonvader stelde één voorwaarde voor het huwelijk: Kazım mocht niet meer naar Europa vertrekken. "Maar de economische situatie in Istanbul was niet best," vertelde Kazım. "Ik moest opnieuw nadenken over mijn toekomst." Uiteindelijk vroeg hij zijn schoonvader opnieuw om toestemming om te emigreren, en deze keer kreeg hij groen licht.
Omdat hij niet direct naar Duitsland kon, nam Kazım een omweg. "Ik besloot via Italië en Zwitserland naar Duitsland te reizen. Bij de Zwitserse grenscontrole haalden ze een dikke map tevoorschijn met mijn naam erop. Ze ontdekten mijn verbod, maar de Zwitserse agent keek me aan en zei: 'Ik heb het niet gezien, ik heb het niet gehoord.' En zo kon ik toch doorreizen."
Via Frankrijk kwam Kazım in België aan, waar zijn broer woonde. "Het was 1965. Ik was vierentwintig jaar oud. Toen ik hoorde dat textielfabrieken in Gent arbeiders zochten, besloot ik daarheen te gaan."
Kazım was een van de eerste Turkse migranten in Gent. "Er waren toen nog maar vijf Turken. Met mijn komst en die van een vriend waren we met zeven." Hij vond snel werk in een textielfabriek, maar de werkomstandigheden waren zwaar. "In Turkije werkten we met vier of vijf man op één machine. Hier moest ik alles alleen doen. Het was zwaar, maar je raakt eraan gewend."
Na twee jaar keerde Kazım terug naar Turkije, zoals beloofd aan zijn schoonvader. Maar het geld dat hij had verdiend, raakte snel op. "Ik vond geen werk en begon opnieuw na te denken. Mijn oude baas in Gent stuurde brieven: 'Kom terug, we wachten op je.'"
Samen met zijn vrouw besloot Kazım in het geheim terug naar België te vertrekken. "We vertelden het pas op het laatste moment aan onze familie. Ze konden niets doen, behalve ons naar het station in Sirkeci brengen."
Kazım vond opnieuw werk in Gent en huurde een huis. "We hadden niets: geen meubels, geen spullen. Maar onze Belgische buren waren geweldig. Toen ik na een week werken thuiskwam, stond het huis vol met meubels die zij hadden geschonken."
Terwijl hij werkte, volgde Kazım een opleiding tot lasser. "De textielindustrie betaalde slecht, dus ik moest iets anders vinden. Nadat ik mijn diploma had gehaald, werkte ik zelfs voor de NAVO in Duitsland. Dat was een goede tijd."
Kazım en zijn vrouw kregen vier kinderen. "Mijn kinderen moesten goed onderwijs krijgen," benadrukte hij altijd. "Mijn zoon, Kadir Balcı, werd een bekende regisseur in België. Zijn film 'Turquaze' was een groot succes."
Oorspronkelijk hadden Kazım en zijn vrouw het plan om na een paar jaar terug te keren naar Turkije. "We stuurden al ons geld naar Turkije en investeerden daar. Maar toen de kinderen hun leven hier opbouwden, veranderde alles. We kochten een huis en beseften: we blijven hier."
Met tranen in zijn ogen zei Kazım: "We gaan niet meer terug. We zullen uiteindelijk terugkeren, maar in een kist onderaan een vliegtuig."
Kazım voelde zich altijd goed behandeld door de Belgen. "Ik heb nooit racisme ervaren. De Belgen hielpen ons in het begin altijd. Maar we bleven wel 'de buitenlanders'."
Over de nieuwe generatie zei hij: "Onze kinderen zijn geïntegreerd in België. Ze denken anders dan wij. In mijn tijd was trouwen met iemand van een ander land ondenkbaar. Nu is het normaal."
Zijn boodschap aan de jongere generatie was duidelijk: "Vergeet Turkije niet. Vergeet je cultuur niet. Lees, studeer en blijf niet onwetend."
Kazım sloot af met een dankwoord. "Ik wil iedereen bedanken die heeft bijgedragen aan dit project. Moge God hen zegenen. Heel erg bedankt."
1940 Makedonya Köprülü şehri doğumluyum. İlkokulu Makedonya'da bitiridikten sonra 1955 yılında Türkiye’ye göç ettik. 14-15 yaşlarındaydım Manisa’ya yerleştik. 1955 yılında iş sahası Manisa’da azdı orada yapamadık İzmir’e taşındık. İzmir’in çalışma ve yaşam durumu iyiydi büyük şehir olduğu için Manisa’dan çok iyiydi.
Bir zaman burada kaldık. Daha sonra İstanbul’a taşındık. İstanbul’da askere gidinceye kadar tekstil fabrikasında çalıştım. Sonra askere gittim. 1962 yılında askerliğimi tamamladım ve istanbul’a döndüm. İstanbul’da küçük bir lokantamız vardı orada ailece çalışmaya başladık. Ama ekonomik nedenlerle işlerimiz iyi gitmiyordu. Bir karar vermem gerekiyordu...
Almanya’da akrabalarımız vardı. Onlar bana Almanya’ya gelmem için davet yaptılar. O yıllarda Almanya’ya gitmek için 200 dolar pasaport ve diğer işler için para gerekiyordu. Benim param yoktu, Almanya’daki akrabalarım bana borç 200 dolar gönderdiler. Ben onların yanına Almanya’ya gitmek için hazırlandım. 1963 yılında Sirkeci’den trenle Almanya’nın Münih kentinde akrabalarımın yanına gittim.
2 yıl Türkiye’ye giderken bavullarla eşyalar götürüyorduk ve iyi para kazanıyorduk. Yugoslayalı Türk bir arkadaşım vardı. O kendisi Yugoslavya’ya gümrükten hiçbir şey geçiremiyordu. İkimiz anlaştık bavullar benim diye gümrükten geçiriyorduk o eşyaları orada satıyordu ve paraları ortak paylaşıyorduk. Türkiye’ye de giderken bende yanımda götürdüğüm eşyaları satıyordum. İyi bir ticaret yaparak ilk kazançlarımızı o yıllarda yaptık. Gümrükte Türkiye’ye Giderken 5 Yıl Ülkeye Girilmez Cezası Verdiler...
Almanya’da çalışırken kış aylarında Türkiye’ye dönüyordum bahar ayında tekrar Almanya’ya çalışmaya gidiyordum. Almanya’da çalışalı 2 yıl olmuştu. Yine kış ayında Türkiye’ye trenle giderken gümrükte polis benim pasaportu kontrol ederken benim ülkeye 200 dolarla girdiğimi söyledi ve şöyle söyledi “bu kadarelektronik eşyayı nasıl kazandın?” dedi. Ben turist olarak 2 yıl kaçak çalışmıştım. Polis kaçak çalıştığımı anladı. Gümrükte polis benim pasaporta 5 yıl ülkeye Almanya’ ya giremez damgası vurdu. Böylelikle Almanya maceramız son buldu.
Almanya maceram bitince ailem bana kız bulmuş ve kayınbabam Avrupa’ya gitmemem şartıyla evlenmemize izin verdi. İstanbul’da o yıllarda iş bulmak ve çalışmak zordu. Eşimle anlaştım biraz para kazanıp geri dönecektim. Durumu ailelerimize açıkladım ve ailelerimizden tekrar avrupa’ya gitmek için izin aldım. Avrupa’ya gitmeye karar verdim ama Almanya bana 5 yıl giriş yasağı vermişti. Bende uyanıklık yaparak
Salzburg’dan Almanya’ya giriş yapmak yerine İtalya, İsviçre üzerinden Almanya’ya girmek istedim. Almanya’ ya girişte İsviçre gümrüğünde polisler kontrol ediyorlardı. Şimdi ki gibi bilgisayar yoktu “belki beni bilemezler ben geçerim” demiştim. Polis elinde kocaman bir dosya ile geldi pasaportumu kontrol etti ve benim yasaklı olduğumu giremeyeceğimi söyleyerek beni geri çevirdiler. İsviçre polisine benim pasaportumu verdiler. İsviçre polisi “ben görmedim ve duymadım” diyerek pasaportu bana verdi ve beni serbest bıraktılar.
İsviçre polisi beni bıraktıktan sonra ben önce Fransa’ ya ve Fransa’dan Belçika Brüksel’de ağbeyim vardı onun yanına geçtim. Yıl 1965, 24 yaşındaydım. Brüksel’de ağbeyimin yanında kalırken Gent’te fabrikaların tekstil işçisi aradıklarını duydum ve bana Gent’e gitmemin daha uygun olacağını tavsiye ettiler. Bende Gent’e gittim.
Gent’te 2 Türk beraber gittik. Tekstil fabrikası bizleri hemen aldı. Belediye’ye kayıt olduk. Gent’te o yıllarda 5 Türk vardı 2 kişi biz gelince 7 kişi olduk. Türkiye’de tekstil fabrikasında makinaya 4-5 genç bakarken, Gent’teki fabrikada aynı işte 1 kişi bakıyordu. Bu bana zor geldi. Sonra insan alışıyor. Avrupa çalışmadan kimseye para vermiyor. Yani veriyorsa bir sebebi var. 2 yıla yakın Belçika Gent’te çalıştım ve Türkiye’ye tekrar döndüm, evlenince kayınbabama söz vermiştim. Tabii hazıra para dayanmıyor. Biriktirdiğim para çok çabuk bitti. İş bulamadım ve eşimle konuştum tekrar Belçika’ya birlikte gitmeyekarar verdik.
Belçika’dan döndükten sonra devamlı fabrika’daki şef, arkadaşlardan mektup geliyordu. Gel seni bekliyoruz diye devamlı yazıyorlardı. O yıllarda dil bilen yoktu ben Almanca ve Flamanca’yı az bilince fabrika ve çoğu yerde tercümanlık yapıyordum. Fabrika o yönden beni devamlı istiyordu. Eşimle konuştuk ailelerimize duyurmadan pasaportlarımızı çıkardık ve Sirkeci’den trenle gideceğimiz saatekadar gizli tuttuk. Ailelerimize tren saatinin yaklaştığı kısa bir süre kala söyledik. Onlarda ne yapsın birşeyyapamadılar ve Sirkeci tren istasyonuna gelip bizi uğurladılar. Trenle Münih aktarmalı Brüksel’e eşimle geldik. Eşimi ağbeyimin evine Brüksel’e bıraktım. Ben Gent’e fabrikaya gittim işe girdim. Bir hafta sonra ev tuttum. Eşimi Brüksel’de ağbeyimin yanından aldım eve Gent’e getirdim. Hiç eşyamız yoktu. Belçikalı komşularımız çok iyidiler. Herkes bize eşya verdi. Perde, tabak, bardak v.s. getirdiler. Bir hafta işe gidip geliyorum, bir gün işten geldim ev eşyalar, mobilya domuş. Belçikalı komşumuz evindeki tüm eşyaları yenilemiş ve evdeki eskilerin tümünü bize getirmiş evi donatmış. Evimiz tamamdı, artık her şeyimiz vardı. Belçikalılar bize çok iyi davranıyordu. 8 ay Almanya’da NATO’da çalıştım. NATO merkezini Belçika Brüksel’e taşıdı ve böylece Belçika çok gelişti, bizim içinde çok iyi oldu” diyerek Belçika’nın o yıllardaki siyasi ve askeri kazanımı anlattı... 4 çocuğum olmuştu. Dil o kadar bilmiyorduk onların eğitimini yapmalarını ve okumalarını istiyordum. Oğlumun birisi Belçika’da yönetmen filmler yapıyor. Oğlum Kadir Balcı’nın yaptığı “Turquaze” filmi Belçika’da çok ses getirdi. Çocuklarımın hepsi kendileri okudu ve iyi yerlere geldiler. Belçika’ya geldiğimizde fikrimiz hanımla birlikte biraz çalışıp geri Türkiye’ye dönmekti. Tüm kazandıklarımızı Türkiye’ye götürüyorduk. Oraya yatırım yapıyorduk. Bazen Belçika Frangı Türkiye’den daha iyi fiyata bozdurabiliyorduk. 4 çocuğumuz olunca onların eğitimi ve işleri sonunda dönme fikrimiz artık kalmadı. Avrupa’da artık kalıcıydık, dönme hayal oldu. Belçika’da ev aldık ve artık dönmeyeceğimizi bildiğimiz için Belçika’nın yaşam koşullarına göre yaşamaya başladık. Artık Belçikalı Türk’tük. Sadece yaz aylarında tatil için Türkiye’ye gidiyorduk.
Kazım Balcı Belçika’da artık kalıcıyız darken gözleri doldu, çok duygulandı, cümleler boğazında düğümlendi “Artık burada kalıcıyız. Dönme diye birşey kalmadı. Türkiye’yi çok özlüyorum. Biz artık uçağın altında tabutla kesin döneceğiz” diye anlatırken gözleri doldu ve konuşamadı..Değişik avrupa ülkelerinde yıllarca çalıştım. Pek kötü bir olay yaşamadım. Irkçılıkla karşılaşmadım. Belçikalılar ilk zamanlar hep bizlere yardım ettiler. Bizler iyi anlaştık. Ama yine de bu ülkede biz kara kafalıydık ve yabancıydık... Belçika’da yeni nesil burada okuyor, eğitimini burada alıyor. Türkiye’den gelen bizler gibi düşünmüyor. Bizim zamanımızda yabancı bir kızla evlenmek yoktu. Toplumda kötü algılanıyordu. Şimdi artık her milletle çocuklar evleniyor. Normal bir durum gibi karşılanıyor. İleride Türklük ve değerlerimiz yok olacak gibi. Çocukların geleceği Türkiye için iyi olacağını pek zannetmiyorum. Bizler memleketimiz için çalıştık ve onun için yaşadık. Benim düşüncelerim böyle... Yeni nesile mesajım; Türkiye’yi, Türklüğü ve benliğini unutmasınlar. Eğitimlerini iyi alsınlar, okusunlar. Ne kadar nereye kadar okurlarsa okusunlar, cahil kalmasınlar.