Şerif Çiftlik - Luik
Şerif Çiftlik's verhaal is een krachtige reflectie van zijn leven als immigrant in België. Geboren in 1940 in het dorp Meydanlar, district Tortum in de provincie Erzurum, kwam hij als contractarbeider naar België toen hij 24 jaar oud was. Hij vertelt met veel gevoel over de reis die hem naar een ander land bracht en de uitdagingen die hij tegenkwam. “Ik had geen kans om naar school te gaan,” zegt hij, wat een vroege weerspiegeling is van de beperkte mogelijkheden die hij in zijn dorp had.
Toen hij in 1964 naar België kwam, was het voor hem een onbekende wereld. "Voordat ik naar België kwam, had ik geen ervaring met werken buiten mijn dorp," herinnert hij zich. Hij kwam via zijn oom, die in Aydın werkte, en werkte daar drie maanden voordat hij besloot naar Europa te gaan. “Ik kwam met het vliegtuig naar België, via een tussenstop in Belgrado, en landde uiteindelijk in Brussel,” zegt hij.
Zijn eerste werkervaring in België was in de Herstal Mijn, waar hij zeven en een half jaar werkte. Toen de mijnen sloten, werd hij naar vakscholing gestuurd. “Ik leerde lassen en werkte daarna bij verschillende bedrijven, een baan die ik 37 jaar zonder onderbreking hield,” vertelt Şerif. Zijn leven in België was een verhaal van hard werken en doorzettingsvermogen, maar gezondheid werd na zijn pensionering een zorg. “Ik was nooit ziek tijdens mijn werkjaren, maar net toen ik met pensioen ging, werd ik ziek,” zegt hij.
Zijn persoonlijke leven was ook ingrijpend veranderd. Hij trouwde in 1969 met een Belgische vrouw, wat voor hem een belangrijke ervaring was. “Ik heb nooit conflicten gehad over culturele verschillen,” zegt hij, maar hij erkent ook dat het niet altijd makkelijk was. “Als ik met een Turkse vrouw getrouwd zou zijn, had mijn leven misschien anders verlopen,” reflecteert hij. "Mijn familie zou groter zijn geworden, ik zou meer van mijn kleinkinderen kunnen genieten." Ondanks deze gemiste ervaringen, gaf hij zijn huwelijk een plaats in zijn hart, waarin de culturele verschillen niet belemmerend waren.
Şerif heeft nooit echt kunnen wennen aan België. “Ik ben nog steeds burger van de Republiek Turkije,” zegt hij resoluut. Zijn hoop was altijd om terug te keren naar Turkije, maar het bleek niet zo eenvoudig als hij had gedacht. "Het was ons lot om hier te zijn, dus kwamen we hier en bleven we," verklaart hij, terwijl hij zich bewust was van de tijd die verstreek zonder een mogelijkheid voor een terugkeer naar zijn thuisland.
Zijn gevoelens over het leven in België worden verder versterkt door het verlies van familieleden die hij niet kon bijwonen. “In Turkije worden overledenen snel begraven, dus ik kon mijn ouders, broers en zussen nooit op tijd bereiken,” vertelt hij, met een gevoel van onbereikbaarheid. Voor Şerif is de nieuwe generatie sterk veranderd. “Voor de nieuwe generatie is het ondenkbaar om naar Turkije te gaan,” zegt hij, met een zekere afstand van zijn kinderen en kleinkinderen die in België zijn geboren en opgegroeid.
Şerif merkt op dat het leven in België sterk veranderd is. “Het opvoeden van kinderen is tegenwoordig veel moeilijker,” zegt hij. “Kinderen beginnen hun leven op hun eigen manier te leven. Ze beginnen de wereld anders te zien, en dat kan leiden tot onbegrip en zelfs geweld.” Hij legt de verantwoordelijkheid bij ouders om hun kinderen goed op te voeden en zegt: “Mijn advies aan ouders is: besteed aandacht aan je kinderen. Leer ze je taal, je religie en je cultuur.”
Wanneer hij terugblikt op zijn eerste jaren in België, herinnert hij zich dat ze hun gebeden in kerken moesten doen. “In de beginjaren baden we op kerken voor het feestgebed. Nu hebben we alles wat we nodig hebben: verenigingen, moskeeën,” zegt hij met trots over de vooruitgang die is geboekt door de Turkse gemeenschap in België.
Zijn mening over België is echter niet zonder kritiek. Hij heeft hardstandige opvattingen over het Belgische systeem, vooral op het gebied van belastingheffing. “Het Belgische systeem heeft een gebrek aan gerechtigheid,” zegt hij, verwijzend naar de belasting die hij moest betalen. “Ze willen alles van ons afpakken zodra ze een beetje geld van ons zien.”
Zijn gedachten over de toekomst zijn helder. “Als ik sterf, wil ik dat ze mijn lichaam naar Turkije sturen,” zegt hij met vastberadenheid. “België heeft geen goed islamitisch kerkhof en dit is een groot gebrek.” Hij maakt zich zorgen over de mogelijkheid dat toekomstige generaties niet meer naar Turkije kunnen gaan voor begrafenissen, iets wat voor hem van groot belang is.
Şerif's verhaal weerspiegelt de complexe identiteit van de Turkse gemeenschap in België: een mengeling van trots op de reis die ze hebben gemaakt, maar ook van pijn en verdriet door wat ze achterlieten en verloren. Het is een leven dat, ondanks de uitdagingen, een diep gevoel van verbondenheid met zowel Turkije als België weerspiegelt.
ŞERİF ÇİFTLİK
LİEGE
Ben 1940 yılında Erzurum İli Tortum Meydanlar köyünde doğdum. 24 yaşında Belçika’ya sözleşmeli işçi olarak geldim.
Memlekette köyümüzde çiftçilik ile uğraşıyorduk. Evde 4 kız ve 3 erkek 7 kardeştik. Bizim okula gitme şansımız olmadı.
Amcamın Yanından Buraya Geldim
Ben buraya gelene kadar dışarıda fazla bir iş yapmadım, gurbet falan görmedim. Sadece Aydın’da bir amcam vardı. Onun yanına gittim. Orada maden ocağı vardı. Orada 3 ay kadar çalıştım. Orada insanlar tanıdım. Avrupa işi gündeme gelince orada tanıdığım gençlerle işçi bulma kurumuna kayıt yaptırıp onlarla birlikte yurtdışına çıkmış oldum.
Belçika’ya 1964 yılında uçak ile geldik. Uçak Türkiye’den kalktı, Belgrad’a ikmal için indi, sonra tekrar havalandı ve Brüksel’e indi.
İlk İşim Herstal Maden Ocağı Oldu.
Belçika’da 7 buçuk yıl Herstal Maden Ocağında çalıştım. Ocak kapandıktan sonra bizi dışarıda ihtiyaç duyulan sektörlere dağıttılar. Böylece bizi meslek öğrenimi için kurslara gönderdiler.
O zamanlar 25 yıl madende çalışanlar emekli oluyorlardı. Ben çalıştığım maden ocağı kapandıktan sonra 6 ay meslek kurslarını takip ettim. Bu kurslarda kaynak yapmayı öğrendim. Önce bir ufak firmada 1 yıl çalıştım. Daha sonra başka bir firmada iş aldım ve burada 37 yıl aralıksız çalıştım.
Emekli Oldum Hastalandım.
Buraya geldiğimde çok sağlıklı idim. Çalıştığım dönemlerde de pek hastalanmadım. 2005 yılında mart ayında emekliye ayrıldım. Emekliye ayrıldıktan sonra ise hastalandım ve 2005 Ekim ayında ameliyat oldum. Çalıştığım dönemlerde hiç hasta olmadığım halde tam emekli olup rahat yaşayacağım zaman hastalandım.
Belçika’da ilk yıllarda işçilerin çoğu gibi ben de kantinlerde kaldım. Oralarda kalanların çoğu Türk’tü. Orada bir 6 ay kaldıktan sonra bir uygun ev bulduk ve taşındık.
İlk Yıllarda Yunanlılarla Dostluk Yaptık
O zamanlar Liege’de bizden önce gelen Yunan vatandaşlar vardı. Çoğu Türkçe biliyordu. Bizde daha çok Türkçe konuştukları için onların yoğun olduğu yerlere giderdik. Sonra Yunanlıların yoğun yaşadığı bölgeler hep Türklerin eline geçti. Ben ise 1976 yılında işimden dolayı Liege’in Seraing semtine geldim.
Hiç Eski Arabaya Binmedim.
Herkes gibi bende memleket hasreti ile tatil dönemlerinde yollara düşerdim. İlk yıllarda gurbetçilerin izlediği yollar perişandı. Toprak yollar, bozuk yollar, taşlı yollar vardı. İlk seferimde buradan yola 5 günde ancak köyüme varabildim. Yollarda çok kazalar oluyordu. Çoğunun arabası eski olduğu için yollarda bozuluyordu. Ben ise eski arabayı sevmezdim. Hep yeni arabalar kullandım ve onun için yollarda bir sorunum olmadı.
Ben Bir Belçikalı İle Evlendim.
Ben Belçika’ya bekar gelmiştim. 1969 yılında burada bir Belçikalı hanım ile tanıştım ve daha sonra onunla evlendim. Benin sadece 1 çocuğum oldu. Eşim ile birlikte iyi yaşadık. Bir kültür çatışması yaşamadım. Ancak bir Türk ile evlensem belki hayatım daha başka olabilirdi. Neslim daha çok artabilirdi. Kişi olarak daha mutlu olabilirdim. Torunlarımı sevebilirdim. Samimi olarak söylemek gerekirse bunun eksikliğini hissediyorum. Ayrıca yaşam tarzımız, tercihlerimiz, tam olarak birbirine uymuyor. İlk yıllarda bunu tam olarak anlamıyordum ancak yıllar geçtikçe o farklılıkları görüyorsun.
Belçika’ya Halen Daha Alışamadım.
Ben 60 yıldır burada yaşıyorum ama halen buraya ısınamadım. Belçika vatandaşı bilerek olmadım Halen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.
Buraya geldiğimizde çok gençtik. Hepimizin aklında 3-5 kuruş kazanıp geri memlekete dönmek vardı. Buraya annem babamdan izin alarak gelmedim. Bilseler belki izin vermezlerdi. Aydın’da amcamın yanında iken oradan buraya geldim. Pasaportumu Aydın ilinden almıştım. Bu işle nasip işi. Nasibimiz buradaymış. Geldik buraya ve kaldık. Geri düşünseniz bile o işler öyle kolay olmuyor.
Ailemden Kaybettiklerimin Cenazesine Gidemedim.
Bu zaman sürecinde annemi, babamı iki ağabeyimi ve iki kız kardeşimi kaybettim. Hayatta sadece 2 kız kardeşim kaldı. Aileden kaybettiklerimin hiçbirinin cenazesine gidemedim. Türkiye’de biri vefat etti mi öyle fazla bekletmiyorlar hemen defnediyorlar.
Artık Yeni Neslin Gideceği Bir Yer Yok.
Bundan sonra yeni nesillerin başka bir yere gitmesi hele hele Türkiye’ye dönmesi mümkün değil. Buradalar ve burada kalacaklar. Burada doğup büyüyen gençlerin Türkiye’ye gidip kendini oraya adapte etmesi çok zor. Sadece oralara gezip tozmaya denize girmeye giderler. Ancak orada kalıcı olup yaşamaları çok zor.
Belçika’da Hayat Düzeni Çok Değişti.
Ayrıca burada çocuk yetiştirmesi de çok zor. Artık hayat düzeni çok değişti. Çocuklar senin her dediğin şeyi yapmıyorlar. Çocuk senin olabilir ancak dışarı çıktımı, okula gittimi ayrı bir dünya ile karşılaşıyor. Çocuklar ister istemez onlar gibi oluyorlar, onlar gibi yaşamaya başlıyorlar. Çocuklar onlar gibi olmadı mı, onları küçük görüyorlar, hor görüyorlar, dışlıyorlar. Babası çocuğuna bir şey diyemiyor, baskı yapamıyor, okulda çocuklara ‘’annen baban seni dövüyor mu, bağırıyor mu’’ diye soruyorlar. Eğer bir olumsuz şey duyarlarsa hemen tutanak tutup işlem başlatıyorlar. Çocuklarımızı kendilerine benzetmek için her şeyi bahane eder oldular.
Burada Babasını Döven Gençler Gördüm.
Bir kendi zaaflarımız var. Bazı vatandaşlarımız aman ne yaparlarsa yapsınlar deyip her şeyin peşini bırakıyorlar. Her şeyi olduğu kabul ediyorlar. Sonunda yetişen çocuklar kontrolden çıkıyor, kural nizam tanımıyor, saygı ve sevgiden uzak olabiliyorlar. Ben burada babasını soba demiri ile döven gençler gördüm.
Çocuklarınızla Yakından İlgilenin.
Benim anne babalara tavsiyem şudur. Çocuklarınız ile ilgilenin. Onlara dillerini, dinlerini kültürlerini öğretin. Düzenli olarak memlekete götürün. Çocuklarınızla kültür gezileri yapın. Dersleri ile yakından ilgilenin. 5-6 yaşında çocukların elinde akıllı telefonlar akşama kadar onunla zaman harcıyor ders çalışmıyor. Bunları görün ve çocuklarınızı doğru yönlendirin.
Biz Geçmişte Kliselerde Bayram Namazı Kıldık.
Biz ilk nesiller olarak yokluktan bugünlere geldik. Kliselerde bayram namazları kıldık. Şimdi ise her şey var. Dernekler var, camiler var. İmkanlarda mümkün olduğu derecede yararlanmak lazım. Gelecek nesiller dağılmasın, kaybolmasın isteniyorsa herkes üzerine düşeni yapmak zorunda.
Belçika’da Adalet Yok.
Belçika devletinin bir de adaleti sorgulanmalı. Özelikle mali konularda çok acımasız ve haksız uygulamaları var. Bana yönelik bir uygulama ile tüm kazancımı elimden aldılar. Belçika’da eğer en az çocuğun varsa vergi konusunda biraz kayırma oluyor, yoksa bu ülkeye en iyisi gelme. Benim bir çocuğum var. Fazla vergiden muaf olamıyorum. Bir seferinde 210 bin frank vergi ödedim.
Bu ülke hep zayıfların sırtından zengin oldu. Afrika’yı yıllarca sömürdüler ve halen de sömürüyorlar. Bu ülkeyi yıllarca en ağır işlerde çalışarak biz zengin ettik. Ama gözleri doymuyor. Elimizde 3-5 kuruş gördüler mi hemen tepemize biniyorlar.
Burada Artık Satın Alma Gücü Çok Düştü.
Burada artık insanların satın alma gücü çok azaldı. Şayet bir insan tek kişi çalışıyor ve kirada ise burada aç kalmış demektir. Burada kiralar en az 800-1000 avro’dur. 2 bin avro maaş alan biri su, elektrik, gaz, yeme içme, sigorta parası hepsine para yetiştirmesi mümkün değil.
Vefat Edince Beni Memlekete Göndersinler.
Ben vefat edince beni Türkiye’ye göndermelerini istiyorum. Belçika’da en büyük eksiklik tam teşekküllü bir Müslüman kabristanlığının olmaması. Bu ciddi bir eksiklik ve hata. Gün gelecek insanlar cenazelerini Türkiye’ye gönderemeyecek. O zaman ne olacak, bunu düşünmek lazım.
Bir diğer konu mezarların ziyaret edilmesi. Şayet sizin bir Müslümanlara ait bir kabristanlığınız yok ise yeni nesiller nasıl kabir ziyaretleri yapacaklar. İnsanlar burada da defnedilebilirler. Dinimize göre toprak Allah’ın toprağıdır.