...
Osman Kurt werd geboren in 1950 in de wijk Karlık in Trabzon. Zijn jeugd bracht hij door in deze stad, op slechts negen kilometer van de kust. "Mijn lagere schooltijd bracht ik daar door," vertelde hij vaak. Een van zijn leraren, Şükrü Köse, had hem vijf jaar lang begeleid. Na de lagere school begon hij aan het middelbare onderwijs op het Nieuwe Trabzon Lyceum. "Ik heb daar tot de tweede klas gezeten, maar daarna moest ik stoppen."
Een jaar lang had hij geen vaste bezigheid, tot hij in 1966 naar België vertrok. Zijn vader, Rasim Kurt, was al in 1963 naar België gekomen als mijnwerker. "Vlak voor mijn vertrek naar België was ik getrouwd met een meisje van wie ik hield," herinnerde Osman zich. Toen hij na zijn militaire dienst zijn gezin naar België bracht, had hij al drie kinderen. "Onze vierde werd hier geboren."
Zijn eerste baan in België vond hij na twee maanden bij een bouwbedrijf, waar hij een jaar werkte. Daarna werkte hij twee jaar in een glasfabriek, gevolgd door tien jaar in een tegelproducent, waar hij afdelingshoofd en afgevaardigde werd. "In 1980 sloot die fabriek haar deuren," vertelde hij. Later werd hij directeur van een gieterij, een functie die hij twaalf jaar bekleedde. "Maar om gezondheidsredenen ben ik in 1992 met pensioen gegaan."
In 1971 besloot hij zijn militaire dienst te vervullen. "Mijn basisopleiding was in Denizli, daarna ging ik naar Bolu, waar ik chauffeur was van de regimentscommandant. Uiteindelijk voltooide ik mijn dienst in Kandıra, bij Izmit."
Naast zijn werk was Osman ook actief in het verenigingsleven. "In 1974, tijdens de Cyprus-crisis, raakten we diep betrokken bij hulpacties voor ons land." Een gebeurtenis die veel indruk op hem maakte, was een begrafenis: "Mijn vader en zijn vrienden vroegen zich af hoe ze een overleden Turkse mijnwerker een waardig afscheid konden geven. Hij zei tegen mij: 'Help jij ook mee.'"
Zo begon Osman zich in te zetten voor de gemeenschap. In 1975 richtte hij samen met Fikret Latifoğlu de La Louvière Vereniging voor Turkse Arbeiders op. "Tot 1987 was ik hier bestuurder." In 1984 werd een federatie opgericht, de Federatie van Turkse Arbeidersverenigingen, waarvan hij zeven jaar voorzitter was. "We hebben prachtige dingen gedaan. Een van de belangrijkste projecten was het opzetten van een begrafenisfonds," zei hij trots. Rıza Selim Başoğlu, destijds de religieuze attaché in België, moedigde hen aan om het fonds over te dragen aan de Diyanet Stichting. "Dat hebben we gedaan, en zo werd het een stabiele en duurzame voorziening."
Osman sprak met trots over zijn kinderen. "Mijn oudste dochter, geboren in 1968, is politiecommissaris hier in de regio. Mijn zoon Turgay werkt in de toerismesector. Tülay, mijn andere dochter, werkte voor Europese instellingen, en mijn jongste zoon studeerde rechten en financiën. Nu werkt hij in de financiële sector." Hij was altijd nauw betrokken bij hun opleiding: "Vanaf de basisschool tot aan de universiteit ondersteunde ik hen."
Hij hechtte veel belang aan de moedertaal. "Ik heb nauw samengewerkt met onze ambassade, het consulaat en het onderwijsattaché om Turks onderwijs te ondersteunen." Maar niet alles was even gemakkelijk. "In België werden leiders van maatschappelijke organisaties vaak lastiggevallen door de politie," vertelde hij. "Soms probeerden ze ons het werk moeilijk te maken."
Een keer werd zijn huis beklad met een hakenkruis. "Ik was diep bedroefd. De gemeente liet het verwijderen, maar het bleef een pijnlijke herinnering."
Hij reisde vaak per auto via de bekende 'sıla yolu' terug naar Turkije. "Door onze protesten tegen de onderdrukking van Turken in Bulgarije kreeg ik daar een inreisverbod." Maar hij wist een oplossing te vinden. "De religieuze dienst in België had zeven ambulances gekocht voor Mekka. Onze attaché vroeg mij om te helpen met het transport. Samen met Belgische vrienden bracht ik ze naar Turkije. Dankzij hun aanwezigheid kon men mij niet tegenhouden. Zo werd ook mijn inreisverbod opgeheven."
"Toen ik naar België kwam, had ik geen specifiek doel. Ik was jong," blikte hij terug. "Maar ik vond mijn roeping in het dienen van de gemeenschap." Zijn dochter had hem eens een briefje achtergelaten: "Papa, je maakt altijd afspraken met anderen, maar plan eens een afspraak met ons." Die woorden raakten hem.
"Allah heeft voor ons hier het brood klaargelegd. We hebben hier gewerkt, onze kinderen kregen hier hun opleiding en vonden hier werk." België was hun tweede vaderland geworden. Maar hij was zich ook bewust van de vergankelijkheid van het leven. "Velen van de eerste generatie gastarbeiders zijn er niet meer. Sommigen liggen hier begraven, anderen in hun geboorteland."
Over zijn eigen einde had hij een duidelijke wens: "Wanneer de tijd daar is, wil ik rusten in de grond waar ik geboren ben."
Ben 1950 yılında Trabzon'un Karlık semtinde doğdum. Çocukluğum Trabzon'da geçti. Trabzon sahiline 9 km mesafede oturuyorduk. İlk okulu orada okudum. Şükrü Köse isimli bir öğretmenimiz vardı. İlkokulda 5 yıl öğretmenim olmuştu. Orta Okulu ise Yeni Trabzon lisesinde okumaya başlamıştım. Orada Orta ikinci sınıfa kadar okudum ve sonra ayrıldım. Bir yıl boş gezdikten sonra 1966 yılında Belçika'ya geldim. Babam Rasim Kurt ise 1963 yılında Belçika'ya bir maden işçisi olarak gelmişti.
Ben Belçika'ya gelmeden birkaç ay önce çok genç yaşta evlendim. Sevdiğim bir kız vardı. Askerliği bitirip eşimi ve çocuklarımı buraya getirdiğimde 3 çocuğum vardı. 4. Çocuğum ise burada doğdu.
Belçika'ya geldikten 2 ay sonra bir inşaat şirketinde işe başladım. Orada bir yıl çalıştım. Ardından bir bardak fabrikasında işe girerek 2 yıl çalıştım. Daha sonra bir fayans fabrikasında 10 yıl çalıştım. Orada bölüm amirliği ve delegelik yaptım. Bu fabrika 1980 yılında kapandı. Daha sonra bir fabrikanın dökümhane müdürü olarak çalıştım. 12 yıl burada müdür olarak çalıştım. Sonra sağlık nedenleriyle 1992 yılında emekli oldum.
Bu arada 1971 yılında askerliğimi yapmaya karar verdim. Acemilik devresi Denizli'de geçmişti, sonra Bolu'ya geldim. Orada alay komutanın şoförlüğünü yaptım. Daha sonra İzmit Kandıra'da askerliğimi bitirdim. Belçika'da sivil toplum çalışmalarına 1974 Kıbrıs çıkarması döneminde katıldım. O zamanlar bir Kıbrıs olayından çok etkilenmiştik. Ülkemiz için yardım çalışmalarında bulundum. O dönem bir cenaze durumu meydana gelmişti. Babam Rasim Kurt arkadaşları ile cenazeyi nasıl kaldıracaklarını konuşuyordu. Babam bana sende yardımcı ol demişti. Başta Liege olmak üzere Türk maden işçilerinin yoğun olduğu bölgelere giderek para toplamıştık. Ben o zaman bu cenaze işlerinin önemini anlamıştım. Daha sonra 1975 yılında bir Ramazan ayında bizim bölgemizde görevlendirilen Fikret Latifoğlu Hoca ile La Louviere Türk İşçileri Kültür ve Yardımlaşma Derneği adı altında bir dernek kurduk. 1987 yılına kadar bu dernekte yöneticilik yaptım. Daha sonra bir Federasyon kurduk. 1984 yılında Türk İşçi Dernekleri Federasyonu adı altında birleşerek bir Federasyon kurduk. Bu federasyonunda 7 yıl başkanlığını yaptım.
Bu Federasyon çok güzel çalışmalar yaptı. Bir cenaze fonu kurmuştuk. O zamanlar Belçika'da Din İşleri Müşaviri olan Rıza Selim Başoğlu kurduğumuz cenaze fonunun çok önemli olduğunu çok önemli bir kaynak oluşturduğunu ve onun Diyanet Vakfına devredilmesinin daha hayırlı olacağını belirtmişti.
Biz de kabul ettik ve Belçika Diyanet Vakfı Cenaze Fonu böylece güçlü bir zemin oluşturdu.
Benim ilk çocuğum 1968 doğumlu. Kızım bu bölgede Polis Amiri olarak görev yapıyor. İkinci çocuğum Turgay bir turizm sektöründe çalışıyor. Üçüncü çocuğum Tülay Avrupa Birliği kurumlarında çalıştı. Küçük oğlum hukuk ve finans okudu. Şimdi finans sektöründe çalışıyor. Ben bir baba olarak çocuk larımla yakından ilgilen dim. Onların başarısı için çalıştım. İlk okuldan üniversite mezunu olana kadar okulları ile hep temasım oldu. Onların ihtiyaçlarını hiç eksik etmedim.
Çocuklarımın Türkçe'yi iyi öğrenmeleri için dernek lerin sunduğu imkanlardan yararlandık. Hepsi ana dillerini çok iyi konuşurlar. Bu konuda ben de bir sivil toplum örgütü yöneticisi olarak Büyükelçiliğimiz, Konsolosluğumuz, Eğitim Müşavirliğimiz ve Din İşleri Müşavirimiz ile çok yakın ilişkilerimiz ve ortak çalışmalarımız oldu. Benim bir STK yöneticisi olarak en önem verdiğim konuların başında anadil Türkçe geliyordu.
Belçika'da sivil toplum örgütlerinde aktif olan liderleri polisler çok rahatsız ediyorlar. Ben bir Türk kökenli vatandaş olarak hem ülkemin ve hem de bu bölgede yaşayan vatandaşlarımın sorunlarına çözüm bulmak amacıyla canla başla çalıştım. Buranın polisleri bizi tam olarak anlamadılar. Zaman zaman bize zorluk çıkarmaya çalıştılar. Bir defasında ise evimizin duvarına özel bir boya ile gamalı haç çizdiler. Buna çok üzülmüştüm. Belediye görevlileri özel bir madde ile bu yazıyı sildiler.
Bende birçok vatandaşımız gibi defalarca arabayla sıla yolu denilen güzergahtan memlekete gittim. Bulgaristan'da Türklere yapılan zulümleri protesto ettiğimiz için bize ülkeye giriş yasağı konuştu. O dönemlerde bir defasında Din İşleri Başkanımız Belçika Volswagen fabrikasından Mekke'de kullanmak üzere 7 tane ambülans almıştı. Bunların Türkiye'ye götürülmesi gerekiyordu. O dönem görevde olan Müşavirimiz Rıza Selim Başoğlu benden yardım istedi. Ben de olur dedim. Belçikalı dostlarımla o ambülansları Türkiye'ye götürdük. Belçikalı dostlarımla beraber gidince bana dokunamadılar. Bu aynı zamanda bana konulan yasağın ortadan kalkmasını sağlamıştı.
Benim Belçika'ya gelirken özel bir hedefim yoktu. Aslında yaş olarak küçüktüm. Daha sonra da kendimi sivil toplum örgütlerinin içinde buldum ve ömrüm vatandaşlara hizmet etmekle geçti. Kızım bir gün bana bir mesaj bırakmıştı. Yazısında ''baba sen hep başkalarına randevu veriyorsun, onlarla buluşup görüşüyorsun, bir randevu da bize var, biz de görüşelim'' diyerek serzenişte bulunmuştu.
Yüce Allah benim ve ailemin ekmeğini burada hazırlamış. Burada çalıştık, çabaladık, ekmeğimizi burada kazandık, çocuklarımız burada eğitim aldılar iş sahibi oldular. Bizim nasibimiz böyle yazılmış. Şükürler olsun her şeyimiz yerinde. Belçika bizim için ikinci bir vatan oldu. Bu ülkede istikbal aramaya gelen yıllarca çalışanlardan birçoğu artık aramızda değil. Hayatını kaybederek burada toprağa verilenler var. Şimdi burada Müslümanlar için mezarlıklarımız var. Önemli bir bölümü ise memleketlerinde defnedildiler. Ben kendim için hak vaki olgunda doğduğum yerde toprakla buluşmak isterim.