Op een gure herfstdag in Brussel, waar de wind de bladeren van de bomen ruiste en de straten nat glommen van de regen, wachtte Kahraman Malkoç op de afgesproken plek. Zijn ogen, vol herinneringen, straalden de wijsheid uit van iemand die zijn leven had gewijd aan het bouwen van een toekomst in een vreemd land. Toen hij begon te vertellen, vatte hij in één adem zijn 47-jarige reis in België samen.
Hij was geboren in 1955 in Maçka, Trabzon. "In 1968 voltooide ik de basisschool en ging ik naar een lerarenopleiding in Erzurum. Destijds was leraar zijn een gewaardeerd beroep in onze regio," vertelde hij. Maar het lot had andere plannen voor hem. Zijn broer, die al in België werkte, bezocht het gezin en stelde voor dat Kahraman met hem mee zou gaan. "Zo begon mijn reis, van Ankara naar Brussel, een stad die ik nog niet kende en een taal die ik niet sprak."
Zijn eerste dagen in België waren een ware cultuurschok. "Ik werd ingeschreven op een school waar geen enkele andere Turk was. Mijn broer had me geleerd: als een leraar iets vroeg, moest ik mijn achternaam eerst zeggen, dan mijn voornaam. Op de eerste schooldag vroeg de leraar: 'Bonjour, comment allez-vous?' In mijn zenuwen antwoordde ik: 'Malkoç Kahraman.' De hele klas barstte in lachen uit," herinnerde hij zich met een glimlach.
Doorzettingsvermogen en slimme trucjes hielpen hem snel Frans te leren. "Ik plakte overal briefjes met Franse woorden. Na zes maanden sprak ik vloeiend Frans." Later spoorde zijn leraar hem aan om Nederlands te leren. "Ik had toen niet de mogelijkheid, maar zorgde ervoor dat mijn kinderen het wel leerden."
Naast school moest hij ook werken om rond te komen. "Ik stond om vier uur op, werkte tot acht uur, ging dan naar school en had daarna weer een avondbaan." Een van zijn eerste jobs was het schoonmaken van vloeren in het postkantoor. "Mijn baas vroeg me vaak om te tolken voor Turkse vrouwen die er werkten." Uiteindelijk vond hij werk als assistent-elektricien. Toen hij opmerkte hoe een fabriekseigenaar een probleem niet kon oplossen, nam hij zelf het initiatief. "Dat leverde me een vaste baan op," vertelde hij trots.
Als lid van de vakbond hielp hij Turkse arbeiders om hun rechten te kennen en op te eisen. "Mijn baas probeerde me extra werk op te dringen. Ik stapte naar de vakbond en ontdekte dat ik recht had op werkloosheidsuitkering. Na het papierwerk kreeg ik een jaar lang een uitkering."
Zijn familie speelde een sleutelrol in de oprichting van de eerste Turkse moskee in Brussel. "Mijn broer Seyfettin Malkoç richtte de eerste moskee op, aanvankelijk in een klein gebouw waar nu het Efes-reisbureau is. Met hulp van Ayhan Kayacan van de NAVO haalden we imams en leraren uit Turkije. Later verhuisden we naar het Fatih-moskeegebouw."
Ook in de sportwereld liet Kahraman zijn stempel achter. "We voetbalden in de modder op het Grosing-stadion in Chazal. Omdat we geen sportuitrusting hadden, richtten we Es-Es op, vernoemd naar Eskişehirspor. Later, in 1979, richtten we Trabzonspor België op en speelden we tegen teams als Istanbulspor en Gençlerbirliği. In 1984 richtten we de Belgische Turkse Sportfederatie op."
De strijd voor acceptatie van de Turkse gemeenschap was een terugkerend thema in zijn leven. "Turken werden in die tijd geweigerd in Belgische cafés en restaurants. Op een koude dag wilde ik opwarmen in een café, maar werd geweigerd. Ik protesteerde bij de burgemeester van Schaarbeek: 'Waarom halen jullie ons hierheen als we niet eens een café binnen mogen?' Kort daarna werd het beleid aangepast."
Met een glimlach deelde hij een anekdote over een onverwachte vriendschap. "Op een dag nam ik Turkse thee mee naar een café. Een politieagent, Jansen, rook de thee en vroeg of hij mocht proeven. Dat leidde tot een vriendschap die duurde tot zijn overlijden."
Na 47 jaar in België had Kahraman slechts één boodschap voor de Turkse gemeenschap: "Zorg ervoor dat je kinderen goed onderwijs krijgen en beide talen van het land leren. Alleen zo kunnen ze een sterke toekomst opbouwen."
Ben,1955 Trabzon, Maçka doğumluyum. 1968 yılın da İlkokulu bitirip Erzurum öğretmen okuluna yatılı öğrenci olarak kaydımı yaptırdım. Öğretmen olmak o yıllarda bizim bölgede çok rağbet gören bir meslekti. Geçmiş yıllarda Belçika'ya işçi olarak giden Ağabeyim izine gelmişti. Beni de kendisi ile beraber Belçika'ya götürmek istiyordu. O nun daveti üzerine Ankara Esenboğa havaalanından uçakla Belçika yolculuğum başladı. İlk zamanlarım da Havasını, suyunu insanlarını tanımadığım büyük bir şehire gelmenin şokunu yaşadım. Brüksel belediyesi sınırlarındaki Laken semtinde Place Gaucheret'e geldim. Yaşımında küçük olması nedeni ile o zamanlar hiç bir Türk'ün olmadığı okula yazıldım. Ağabeyim bana öğretmen soru sorduğu zaman önce soy adımı sonra adımı söylememi tembih etmişti. İlk gün sınıfa bir heyecanla gittim. Tanıdığım, konuşabileceğim kimse yoktu. Sınıfımıza giren öğretmen beni yeni gördüğü için yanıma gelip;
-İyi günler, nasılsın ?(Bonjour, comment allez-vous) diye sordu. Bende ağabeyimin tavsiyesine uyarak Malkoç Kahraman dedim.
Bütün sınıf güldü. birtane yunanlı kız, birtane belçikalı, birtane faslı ile beraber aynı gruba dahil oldum. Benimle aynı gün okula başlayan Faslı Hassan başladı tahtada Fransızca matematik problemlerini çözmeye, fransızca derslerde konuşmaya!!!
Bu durum benim ilk zamanlar çok garibime gitmiş, Bu adam benden akıllımı ki bu kadar sürede hemen Fransızca öğrenip konuşuyor, hesap-kitap yapıyıor. Oyıllar çocukluğumun verdiği heyecan ve hırs ile Fransızca dilini çabucak öğrenmek için büyük gayret ile derslerime çalışmaya başladım. Her merdivenin basamağına,her tuttuğum malzemeye bir isim vererek 6 ay içerisinde Fransızca dilini rahatlıkla konuşacak düzeyde söktüm. Daha sonra benimle aynı sınıfta olan Hassan'ı yanıma çağırıp ona; Sen benden daha mı akıllısın ki bu dili benden önce öğrenip hemen konuştun?diye sordum.
Bana Hassan'ın verdiği cevap ise Bizim Maroc'ta herkes Fransızca konuşuyor. Bizim anadilimiz Fransızcadır dedi. Şaşkınlığım bir kez daha artmıştı ama, cesaret edip bu dili öğrendiğim için de ayrıca kendi kendime seviniyordum. Yıllarımız Belçika'da çok çabuk gelip geçti. Okuldaki öğretmenim Flamanca'yı da öğrenmem konusunda tavsiyede bulundu ancak; o zamanki şartlarda bunu yapamadım. Ama tüm çocuklarıma Flamanca eğitim yaptırdım. Şu anda da Belçika'da yaşayan tüm Türk kökenli vatandaşlarımızın yaşadıkları bölgelerin dillerini iyi öğrenmelerini tavsiye ediyorum.
İlk gelen vatandaşlarımız bizlerde dahil hiç kimse burada uzun yıllar kalacağımızı tahmin etmiyor, buraya yönelik bir faaliyet düşünmüyorlardı. Herkes kazancını yastık altında saklıyordu. İzine giden akrabaları, arkadaşları vasıtası ile kazançlarını Türkiye'de değerlendirme yolunu tercih ediyorlardı. Kimisi köyde tarla alıyor, kimisi ev alıyordu. Kalmayı kimse düşünmediği için yıllar böyle geçti.
Bir yıl işsizlik yardımı aldım. Sendika bürosuna gidip geldiğim zamanlarda bürodaki görevliler benim iyi derecede dil bilmemden dolayı Türk kökenli göçmenlerle olan sorunlarda benim onlarla çalışmam için teklifte bulundular. Henüz Belçika'da yaşayan kaçak göçmenlere af kanunu çıkmamıştı. Sendika'da bir tek (Gominis) Hüseyin Çelik ağbi vardı. Sendika bürosunda işi olanlara tercümanlık yapıyordum.
1974 senesinde çıkan af kanunu ile soy ismi tutanlar Türkiye'den tüm akrabalarını istek yolu ile Belçika'ya getirttiler. Göçmenlerin çoğalması ile işsizlik sorunları da baş göstermeye başladı. İşsiz olanlar sendika'ya gelip 'Lazoğlu' benim böyle bir sorunum var yardım edermisin diye ilk bana geliyorlardı.
Sosyalist Sendikasında çalıştığım yıllarda bir gün kahvehanede oturuken Ağabeyimle aynı fabrikada çalışan birisi yanımıza geldi.' Len lazoğlu sen müslüman ların başkanı oldun, kardaşında Gominis oldu' bu ne biçim iştir.' dedi.
Başka bir hatıram ise Sendika ya bir vatandaş geldi. Gominis Hüseyin ağbi, Gominis Hüseyin ağbi şu benim işimi hallediver diyerek yalvarıyor. Kime gittiysem senin işini Gominis Hüseyin yapar dediler. Hüseyin ağbi'de git kardeşim bana gominis deyip durma diyerek vatandaşa çıkıştı. O arada ben yaşanan diyaloğa girerek Hüseyin agbi bu adam Goministliğin ne olduğunu bilmiyor, senin lakabının olduğunu zannediyor diyerek uyardım. Hüseyin agbi gülümseyerek vatandaşın işini halletmem için beni görevlendirdi.
Brüksel'de ilk camiyi kuran ve başkanı olan ağabeyim Seyfettin Malkoç'dur. Camimizin ilk binası şimdiki Chaussée de Haecht Efes Seyehat acentasının olduğu yerdir. Beş altı arkadaşın bir arya gelmesi ile kurulan Camimiz Türk camisi olarak faliyete başladı. Nato'da çalışan Ayhan Kayacan Türkiye'den Camilerimize imam ve öğretmen istememizde çok yardımcı oldu. Zaman içinde Camimiz genişleyen Cemaat yüzünden 2-3 defa yer değiştirdikten sonra şimdiki Fatih Camii'nin olduğu yeri bularak oraya taşındık. Bunun yanında Chazal'daki Grosing stadında çamurun içerisinde top oynuyorduk. Ozamanlarda imkanlarımızın kısıtlı olmasından dolayı formamız, spor ayakkabılarımız yoktu.
Futbol oynama merakımızdan o yıllarda fırtına gibi esen Anadolu yıldızı Eskişehirspor'u tuttuğumuzdan ES-Es adında birde takım kurduk. Yaptığımız maçlarda 'Es-Es Anadolu'dan Es'te gel' şeklinde tezahüratlar da yapıyorduk. Rakiplerimiz bizi şikayet etmişler. Bunlar ırkçı Alman subayları Es-Es sloganını kullanıyorlar diye.
1974 yılında Trabzonspor Türkiye'de bir futbol devrimi başlatmıştı. Rue Brabant sokağında kurduğumuz Atlas Kahvehanesinde ilk kutlama gecesini düzenledik. Orada Belçika'da da Trabzonspor adında bir takım kurma kararını verdik, ancak bu çabamız 1979 yılında sonuç landı.
Bizden önce kurulan İstanbulspor, Onbiryıldız, Gençlerbirliği, Anvers Emirdağ spor ile çok sıkı maçlar oynadık. Daha sonraları Belçika Türk Spor Federasyonu'nu 1984 yılında faliyete geçip, bölgeler arası futbol turnavaları düzenledik.
Gençlik yıllarımızda Türkleri Kahvehanelere, Restaurant'lara almıyorlardı. O yıllarda Belçika'da kış çok oluyordu. Öğle tatilinde eve gidip gelmek zor oluyordu. Hem ısınmak, hemde sıcak birşeyler içmek için girmek istediğim kahvehaneye beni almadılar.
Orada kahvehane sahibi Alain ile kavga ettim, yabancı olduğum için beni Schaerbeek belediyesinin altındaki Polis karakoluna götürdüler. Orada Schaerbeek Belediye başkanı Nols' gördüm. Kendisine bizi bu memlekette Kahvelere, Restaurantlara almayacaksınız' da neden buraya getirttiniz?
Biz de sizler gibi insanız şeklindeki şikayetim sonucu sekreterinden yabancıların haklarının neler olduğu konusunda bilgi aldı. Kahvehane ve diğer işyeri sahiplerine yabancıların kanuni haklarını hatırlatan bir ikazdan sonra bizlere Belçikalı'ların çalıştırdıkları işyerlerinin kapısı açıldı. 'Göçmenler kahvehanelere girebilir, ancak işyeri sahibi servis yapmaya mecbur değildir' diye yazıyordu madde de. Bir gün kahvehaneye gittim. Termosa Türk çayını demledim.
Geçtiğimiz günlerde vefaat eden Polis Müdürü Rahmetli Jansen de yeni polis memuru olmuş o kahveye çıkıyordu. Kahveye girdiğinde burada güzel bir koku var nedir o diye sordu? Benim yanıma geldi. Kendisine de verip veremeyeceğimi sordu. Kendisine Türk çayı ikram ettim. Jansen ile dostluğumuz o günden kendisi vefaat edene kadar sürdü.